Einstein ve Affallayan Profesör…

Albert Einstein, tarihin en önemli fizikçilerinden birisi olmasının yanısıra popüler kültürde çok öne çıkan bir bilim adamıydı. Bu sebeple Einstein üzerinden yazılan şehir efsanelerinin de sonu yoktur. Daha önce işlediğimiz Einstein ve Şoförü efsanesininden sonra bu kez de Küçük Einstein’ın ateist profesörünü nasıl mat ettiği efsanesini ele alıyoruz.

Konumuz, internette sıklıkla karşılaştığımız bir hikaye. Yaygınlığı o kadar artmıştır ki Reha Muhtar 19 Kasım 2011 tarihinde Vatan gazetesinde bu ‘ibretlik’ hikayeye yer vermiştir (1). Hikayenin küçük farklar dışında tüm dünyada yaygın bir şekilde paylaşıldığını görüyoruz. Örneğin şu video Makedonya Cumhuriyeti Eğitim ve Bilim Bakanlığı tarafından hazırlatılan bir reklam spotu (2). Anlatımın Almanca olması da etkiyi arttırmak için tasarlanmış bir hile.

Hikayenin sıklıkla dolaşan versiyonu şu şekilde:

Üniversite profesörü, öğrencilerine su soruyu sorar;
– “Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?..”
Bir öğrenci ayağa kalkar ve cevaplar.
– “Evet, her şeyi Tanrı yarattı!..”
Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine “Evet efendim” diye cevaplar… Profesör devam eder.
– “Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise kötülüğü yaratan da Tanrı’dır… Çalışmalarımızda uyguladığımız kesinleştirme prensibine göre de kötülüğü yaratan olduğuna göre, Tanrı kötüdür…”
Çocuk, profesörün bu mantık yürütmesi karşısında şaşırır ve yerine oturur… Profesör, Tanrı’nın insanların içinde yarattığı bir efsane olduğunu aklı sıra kanıtlamış olmaktan mutludur…
Bunun üzerine başka bir öğrenci ayağa kalkar ve profesöre şu soruyu sorar:
– “Soğuk var mıdır sayın Profesör?..”
Profesör şaşırır:
– “Nasıl bir soru bu böyle?.. Tabii ki var” diye cevaplar…
“Sen hiç soğukta üşümedin mi?..”
Bunun üzerine çocuk şöyle söyler:
“Hayır profesör, aslında soğuk yoktur… Fizik yasalarına göre gerçek hayatta biz ‘sıcaklığın yokluğu’na ‘soğuk’ adını veririz… Aslında soğuk diye bir şey yoktur… O sadece sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için ürettiğimiz bir kelimedir” der ve devam eder.
– “Karanlık var mıdır profesör?..”
Profesör cevap verir:
– “Tabii ki vardır… Sen hiç karanlıkta kalmadın mı?..”
Çocuk bir kez daha atılır:
– “Korkarım gene yanılıyorsunuz Sayın Profesör… Çünkü esasında karanlık diye bir şey de yoktur… Gerçek yaşamda karanlık; ‘ışığın yokluğu’na verilen addır… Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız… Gerçekte, biz Newton’un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz…. Fakat karanlığı ölçemeyiz… Bir basit ışık karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı geçersiz kılar… Çünkü gerçekte karanlık yoktur, ışıksızlık vardır… Mesela siz uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz?.. Işığın miktarını ölçerek!.. Bu doğrudur değil mi?.. Öyleyse karanlık denilen şey, insanlar tarafından ışığın olmadığını anlatmak amacıyla kullanılan kelimedir…”
Profesör afallamıştır ve çocuk son darbeyi vurur:
– “O zaman size son bir soru daha sormak isterim Sayın Profesör… Şeytan var mıdır?..”
Profesör bu kez pek emin olamamakla birlikte yine de cevaplar..
– “Vardır… Açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde görürüz… O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır… Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şey değildir…”
Çocuk “hayır anlamında” başını sallar profesöre…
– “Şeytan yoktur efendim… Yani kendi başına yoktur… Şeytan basit olarak Tanrı’nın yokluğudur… O aynen karanlık ve soğukta olduğu gibi insanın Tanrı’nın yokluğunu tarif etmek için yarattığı bir kelimedir… Kötülük ve Şeytan, insanın Tanrı’yı ve sevgisini yüreğinde hissetmediği zaman yaptıklarına verilen addır… O, aynen sıcaklığın olmadığı yere adını verdiğimiz ‘soğuk’, ya da ışığın olmadığı yere adını verdiğimiz ‘karanlık’ gibidir… Şeytan ve kötülük, Tanrı’nın içimizde olmadığı anda yaptıklarımıza verdiğimiz addır…”
Profesör kürsüde afallamıştır…

Fizik yasalarından hareket ederek bu soruları soran ve cevapları vererek profesörü allak bullak eden genç öğrencinin adı Albert Einstein’dır…

Hikayenin Türkçe versiyonlarında kötülük yerine şeytan, Tanrı yerine de Allah  kullanıldığını görüyoruz.

Küçük Einstein öğretmenine ayar veriyor…

Bu hikayenin külliyen yalan olduğunu tahmin etmişsinizdir. Birkaç açıdan inceleyelim.

Öncelikle, bu hikayeyi aktaranların kaynak belirtmemesi, Einstein’ın hiçbir biyografisinde bu olaydan bahsedilmiyor olması, hikayenin ne zaman geçtiğinin de belirsiz olması (kimine göre hikaye ilkokul-ortaokul gibi bir zamanda geçiyor, bazı durumlarda üniversite sıralarına taşınıyor) öne çıkan kanıtlar.

Öte yandan hikaye Albert Einstein’ın dini görüşleriyle çelişmektedir. Einstein, değişik zamanlarda yazdığı yazılar ve verdiği söyleşilerde dini görüşlerine dair net olmayan ifadeler kullansa da genel olarak baktığımızda, kendisini üç farklı etiketle tanımladığını görüyoruz (3): Agnostik, panteist ve inanç sahibi olmayan dindar  (‘religious nonbeliever‘,  ki bu tanım Einstein’ın yaptığı bir kelime oyunudur.)  Farklı kitaplarda, Einstein’ın ağzından yapılan alıntılarda onun sıklıkla kişileştirilmiş tanrı (‘Personal God‘: birinci tekil şahıs olarak nitelendirilebilen yaratıcı) kavramını eleştirdiği, fakat ateist olmadığını da net bir şekilde ifade ettiğini görüyoruz.

Yine de Einstein’ın gençliğine dair bazı gerçeklerden eminiz. Laik bir musevi ailede yetiştiğini, evinde musevi inancına ait ritüellerin uygulanmadığını, babasının oğlunun ‘özgür düşünce’ sahibi olmasıyla övündüğünü, katolik okuluna gittiği halde okulunda öğrendiği dini referanslardan etkilenmediğini (hatta din öğretmeninin musevi karşıtı görüşlerinden rahatsızlık duyduğunu)  ve genç yaşlardan itibaren (kendi ifadesiyle 12 yaşından beri) panteist bir düşünceye yakın olduğunu biliyoruz (4).

Dolayısıyla, panteist bir Einstein’ın böyle bir tartışmaya girmesi pek olası değil.

Son olarak biraz da Tanrı’nın varlığını ispatlamak için kurgulanan diyaloğa bakalım.

Soğuk ve karanlık gibi kavramları karşıtlarının yokluğu üzerine tanımlamak kelime oyunundan başka birşey değildir. Soğuk bir sıfattır. Dolayısıyla ‘sıcaklığın yokluğu‘ olarak değil, ‘sıcak olmayan‘ olarak tanımlanır. Aynı şekilde sıcağı da ‘soğuk olmayan‘ diye tanımlayabiliriz. Bu basit kelime oyununa düşebilecek bir profesör (ya da öğretmen) hayal edebiliyor musunuz?

Bu yanıltmacayı ‘kötülük‘ – ‘iyilik‘ gibi iki subjektif kavramın karşılaştırmasına taşıdığımızda işler biraz daha karışıyor. Kötülüğün varlığını açıklamak çeşitli dinler için önemli bir düşünsel alandır. Hikayede geçen haliyle önerilen çözüm, hiristiyanlığın çok da sağlam duramayan “Augustine’ci Teodise” (5) görüşlerine yakındır (bkz. notlar). Farklı din ve mezheplerin bu konudaki yaklaşımları değişmekle birlikte (6) genç Einstein’ın da, ‘afallattığı öğretmeninin’ de bu kadar sığ bir argüman etrafında tartışmayacağı aşikardır.

Hikayenin ‘şeytanlı‘ versiyonunda da iki mantık hatası var. Birincisi, ana mezhepler ele alındığında hristiyanlar (ve müslümanlar), şeytanın Tanrı’dan farklı bir varlık olduğuna ve Tanrı tarafından yaratıldığına inanıyorlar. Dolayısıyla şeytanın varlığının Tanrı’nın yokluğu olarak görülmesi söz konusu değil. Buna bağlı olarak ateist bir öğretmenin şeytanın (ve benzeri metafizik olguların) varlığına inanmaması gerekiyor, oysa hikaye bu şekilde değil.

Öykümüzün Einstein’sız versiyonları da var. (7). Snopes sitesinin yaptığı analizi de mutlaka okumanızı öneririm (8). Burada, ‘ağzının payını alan ateist profesör‘ hikayelerinden birkaç örnek daha bulabilir, bu tür hikayelerin folklorik analizini de inceleyebilirsiniz.

İnsanların kendi inanışlarının veya fikirlerinin doğruluğunu göstermek amacıyla artık hayatta olmayan insanlardan bağlam dışı alıntılar yapmaları, onlarla ilgili hikayeler uydurmaları sıklıkla karşılaştığımız birşey. Asıl sorun önümüze gelen her bilgi ve hikayeyi araştırmadan doğru kabul edip yayınlamakta. Eğlenceli bir ‘Cevab Veremedi‘ hikayesi olmasına rağmen, Reha Muhtar’ın bu hikayenin sahte olabileceğini anlamasını beklerdik. Ne yazık ki kendisini bu kadar derinden etkileyen hikaye koca bir yalandan ibaret.

KAYNAKÇA

  1. Vatan Gazetesi, “‘Allah yoktur’ diyen profesöre Einstein’ın cevabı!..“, 19.11.2011, Reha Muhtar
  2.  Osocio, “Bringing religion back to school“, 20.10.2010, Tatjana Vukic
  3.  Wikipedia, “Albert Einstein’s Religious Views“, 11.08.2012
  4. “Albert Einstein, A Biographical Portrait”, 1931, Anton Reiser
  5. Wikipedia, “Augustinian theodicy“, 11.08.2012
  6. Wikipedia, “Problem of Evil“, 11.08.2012
  7. Urban Legends, “Einstein Proves God Exists“, David Emery
  8. Snopes, “Malice of Absence“, 16.04.2012, Barbara Mikkelson

NOTLAR

Agnostikler, çok kaba tabiriyle, yaratıcının varlığının bilinemez olduğu görüşüne sahiplerdir. Panteizm ise (Pandeizm’le karıştırmamak gerekir), gene basitçe açıklamak gerekirse, evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür.

Teodise, üzerinde uzlaşılmayan bir kavram olsa da, genelde evrendeki kötülüğün Tanrı’nın iyi özellikleriyle birlikte varolmasını açıklama çabası olarak özetlenebilir. Bunu bir ‘savunma‘ olarak düşünmemek gerekir. Teodiseler, Tanrı ve kötülüğün bir arada bulunmasına cevap aramaktan çok Tanrı’nın neden kötülüğe izin verdiğini açıklamaya çalışır.

Son bir bilgi daha ekleyelim; Einstein’ın ölümünden çok kısa bir süre önce kaleme aldığı ve yakın zamanda satışa çıkarılan bir mektup, Einstein’ın Tanrı’ya hiç bir şekilde inanmadığı, dolayısıyla bir ateist olduğu şeklinde yorumlanmıştır.

About Serdar

Yalansavar'ın İngiltere konsolosu, Boğaziçi Üniversitesi mezunu, girişimciliğin tadını almış bir daha bırakamamış, Londra gezgini, podcast tutkunu, kız babası, Greenwich Skeptics in the Pub teknikeri :)

32 Yanıt to “Einstein ve Affallayan Profesör…”

  1. neden adamı dinsiz göstermeye çalışıyorsunuz? hezeyanlardasınız yemin ediyorum…

    Albert Einstein;

    * Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır.
    (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe s.256)

    * Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür.
    (Sir John Templeton, Evidence of Purpose – Scientists Discover the Creator, Continuum, New York 1994, s.103)

    * Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüyor.
    (Newsweek, 20 Temmuz 1998, s. 49)

    Beğen

    • Yorumunuz için teşekkürler.

      Einstein’ın dindar olması ya da dinsiz olması sözü geçen hikayeyle doğrudan ilgili değil. Kaynaklar, Einstein’ın anıları ve mektupları bu tip bir tartışmaya girmesini mantıklı göstermiyor. Daha da önemlisi, bu hikaye hiç bir tarihsel kaynakta yer almıyor. Bu da hikayenin doğru olmadığını gösteriyor.

      Beğen

    • Bu arada, yalan savma güdülerim beni bu yorumu biraz deşmeye yöneltti 🙂

      Bu sitede sürekli söylediğimiz birşey var. İkincil/üçüncül kaynaklarla hareket etmek çok tehlikelidir. Einstein’ın ağızındanmış gibi söylenen bu üç söz, din propogandası yapan çeşitli sitelerden alınmış (hatta ne yazık ki kaynaklar birbirine karışmış). Bu ikincil kaynakları alırken birincil kaynaklara baktınız mı merak ettim. Çünkü ben baktım.

      * Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüyor.
      (Newsweek, 20 Temmuz 1998, s. 49)

      Bu makaleyi (Science Finds God) buldum ve hiç de şaşırmadım. Böyle bir söz bu makalede yer almıyor. Cümleyi değişik çevirileriyle taramama rağmen Einstein’ın böyle bir cümle söyleyip söylemediğini bulamıyoruz. Bu söz Türkçe söylenmiş sanırım çünkü yalnızca Türkçe sitelerde yeralıyor 🙂

      Makalede onun yerine Einstein’ın şu sözü var: “Science without religion is lame. Religion without science is blind”, yani “Din olmadan bilim topaldır, bilim olmadan din kördür”. Bu cümleyi Einstein’ın dindarlığına kanıt olarak göstermek, koca bir makale içinden cımbızla bir cümle çekmektir. Makale, 1941 yılında New York’ta yapılan bir konferans için yazılmıştır (http://www.update.uu.se/~fbendz/library/ae_scire.htm) ve din ile bilimin ilişkisini özetlemeye çalışır. Buradaki ‘din’ ifadesi bizim bildiğimiz ‘ana akım dinlerin tamamını’ kapsıyor. Kanımca, Einstein’ın bilimsel bir makalede kendi dini görüşleri üzerinden bir fikir oluşturmaya çalışacağını düşünmek, büyük bir bilim adamına saygısızlık sayılır.

      * Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır.
      * Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür.
      (John Clover Monsma, The Evidence Of God In Expanding Universe)

      Bu iki cümle de aynı kitapta geçiyor deniyor. Kitap elimizde olmadığı için birşey söyleyemiyoruz. Fakat kitabın Einstein’ın ölümünden üç yıl sonra basıldığı ve bu muğlak sözlerin başka bir kaynakta olmadığına dikkat edilirse çok da güvenilir değil. Ayrıca bu sözler doğru olsa bile o kadar muğlaklar ki, anlam olarak panteizm gibi bir yöne bile çekilebilirler.

      Sözün özü; Einstein’ın ne tür dini inançlara sahip olduğunun bizim bağlamımızda hiç bir önemi yoktur. Yazıda da bahsettiğimiz gibi bu konuda karmaşık mesajlar vermiştir. Bir mektubunda ateist olduğunu ‘itiraf etmiş’, başka bir makalede ateistlerin ağır bir yanılgı içinde olduğunu savunmuştur. Bunlardan bağımsız olarak Albert Einstein, gelmiş geçmiş en büyük fizikçilerden biridir, nokta.

      Benim rahatsız olduğum, eğer Einstein dinsiz olursa din ile bilim arasındaki köprülerin yok olacağı, dindar olursa dinin bilimsel olarak onaylanacağı gibi bir algı yaratılmış olmasıdır. Bu yanlış ve sağlıksız bir düşünce şeklidir. Dünya üzerinde müslüman, musevi, hiristiyan, ateist, budist, panteist, agnostik ve benzeri görüşlere/dinlere sahip olan bir sürü bilim adamı vardır. Biz onların dünya görüşlerinden, değer sistemlerinden veya bilimin gizemli yollarını aydınlattığı muhteşem hikayelerinden bahsedelim istiyoruz. Geri kalan tartışmaları da tarihçilere bırakalım 🙂

      Sevgiler.

      Beğen

  2. Ahmet Alegöz 25 Ağustos 2012 11:36

    Bu sitede yayınlanan diğer tüm yazılar gibi, bu da süper. Ellinize sağlık.

    Beğen

  3. “kötülük yerine şeytan” yazacaktınız galiba.

    Beğen

  4. Serdar kardeş;
    ”Son bir bilgi daha ekleyelim; Einstein’ın ölümünden çok kısa bir süre önce kaleme aldığı ve yakın zamanda satışa çıkarılan bir mektup, Einstein’ın Tanrı’ya hiç bir şekilde inanmadığı, dolayısıyla bir ateist olduğu şeklinde yorumlanmıştır.” şeklindeki cümle yapınız bile sitenizde savunduğunuzu zannettiğiniz prensiple ( İkincil/üçüncül kaynaklarla hareket etmek çok tehlikelidir. Cümle de size ait…) doğrudan çelişmektedir. alp4alp isimli okuyucunun eleştirisi son derece yerindedir ve kanımca sizin sübjektif değerlerinizi yansıtma sorununuzu dile getirmesi sizi biraz rahatısız etmektedir.

    Ayrıca Einstein gibi bir bilim adamının (pozitif bilimlerle uğraşan ve materyalist ekolün yetiştirdiği bir bilim adamının) dinsiz bir bilime topal demesi yeterince manidardır. Bilimsiz bir din de gerçekten kördür. O ifade grubu başından sonuna bilim ve dini birbirine düşman olarak görmeyen aydın kafanın görüşünü yansıtmaktadır. Kaldı ki kimsenin kafasından geçenleri bilemediğimize göre(henüz) kendi açıkça beyan etmedikçe onun hakkında inancı şöyleydi böyleydi demek boş laftır. Bir yalanı ortaya çıkarmaya çalışırken başka belirsiz ifadeleri/davranışları delil göstermeye kalkmak yöntem olarak çelişkilidir. Ama siz anlamak istemeyebilirsiniz ayrı konu…

    Beğen

  5. Einstein’in, içeriği ne olursa olsun bir hocası ile kalkıp tartışmış olma ihtimali dahi yoktur.Çünkü o tüm eğitim hayatı boyunca silik kalmış ve aptal muamelesi görmüş bir dislektik-hiperaktif dahidir.Bi yerde ‘hakiki’ dahi… 1905’e kadar onun dehasını kendinden başka bilen olmamıştır. Bu dincilerin,dincilikle ilgili dahi söyledikleri bu yalanlar apaçık şunu göstermektedir ki: Dinciler dine inanmaz ama sürmeyi hedefledikleri sürünün dine inanmasını arzularlar ve bu uğurda her türlü yola girmeyi mübah görürler.Kaldı ki o ‘yollar’ ,çoğu zaman bahsini ettikleri dinin içeriğine 180 derece ters düşen olgulardan beslenir.

    Beğen

  6. Yazinizda belirttiginiz gibi bu hikayenin gerceklesmis olma olasiligi düsük, en azindan Einstein’in basindan gecmis olmasi mümkün degil. Ben gene de bu hikayeyi hep sevmisimdir icerdigi örnekler acisindan ve sizin bu örnekleri elestirisinizden pek memnun kalmadigimi itiraf etmeliyim.
    Sicak ve isik konusundaki örnekler cok iyi düsünülmüs örneklerdir ve bunlari kelime oyunu diye adlandirmak büyük haksizlik olur. Hikayenin özünde daha derin bir sey yatiyor.

    “Dolayısıyla ‘sıcaklığın yokluğu‘ olarak değil, ‘sıcak olmayan‘ olarak tanımlanır. Aynı şekilde sıcağı da ‘soğuk olmayan‘ diye tanımlayabiliriz.”

    Hayir. Sicaklik bir sistemin sahip oldugu (kinetik) enerjinin degeridir. Eger hava sicaksa biz bunu cok (basitlestirilmis halde) hizla hareket eden gazlar/atomlar sayesinde hissederiz ve soguk ise sicakligin yani bu enerjinin/hareketin yoklugundan dogar. Ayni isik ve karanlik örnegindeki gibi. Burada gercekten sicak ve isik bir “varligi” temsil ederken soguk ve karanlik bir “yoklugu” temsil eder.

    Hikayede Tanri ve Seytan/kötülük yerine sevgi ve nefret ya da güven ve korku tabirlerini de kullanibilirsiniz. Tanri, sevgi, güven gibi olumlu hislerin isik ve sicaklikla (sicakligi günlük hayattaki ruh haline bagli üsümeme duygusu olarak degil, bir fizikcinin yaklasimiyla yani kinetik enerjinin coklugu olarak görmek gerekir) ayni kümeye düstügünü, Seytan/kötülük, nefret ve korku gibi olumsuz olgularin/duygularin ise fiziksel degerlerin yokluguyla ayni grupta oldugunu görüyoruz. Burada herhangi bir kelime oyunu bulunmamaktadir.

    Biraz daha hikayenin derinine inersek bilim alanindaki en temel öge enerji dir. Bilim (özellikle fizik) farkli enerji tiplerinin ölcümüyle ilgilenir ki aslinda toplam enerji daima sabittir. Din ise farkli bir tip enerjiyle ilgilenir, buna isterseniz ruh, melek, nur … diyerek bölebilirsiniz ya da tüm evreni bir bütün enerji olarak görebilirsiniz. Özellikle Panteizm (sizinde Notlarda acikladiginiz gibi ” Panteizm … evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür.) evrenin tamamini Tanri ya da bir enerji bütünü olarak kabul eder. Yani aslinda hikaye gayet tabi bilimle ilgilenen bir Panteist tarafindan anlatilmis olabilir. Insanlar biraz genis perspektifli baktiklarinda (manipüle edilmemis/tabulastirilmamis) din ve bilimin birbirine ters düsmek zorunda olmadigini görürler.

    Beğen

    • Yorumunuz için teşekkürler.

      Yazının temelinde Einstein’la ilgili böyle bir diyaloğun hiç gerçekleşmemiş olması yer alıyor. Bu konuda aynı fikirdeyiz zaten.

      Kelime oyunu tanımlamasını, bu argümanların bir profesörü ‘ikna etmek’ amacıyla kullanılmasının ne kadar mantıksız olduğunu anlatmak için ifade ettim.

      Soğuk tanımımda ısrar edeceğim. İşaret ettiğiniz gibi sıcaklık toplam kinetik enerjinin ifadesidir. Kinetik enerji ‘az’ olduğunda o sisteme soğuk deriz. Ama kinetik enerjinin toplamı ancak sıfır Kelvin sıcaklığında sıfır olacaktır fakat evrende böyle bir nokta yoktur. Dolayısıyla soğuk dediğimizde kinetik enerjinin az, yani sıcaklığın az olduğu noktayı tanımlıyoruz, sıcaklığın yok olduğu noktayı değil.

      Karanlık konusu eğlenceli bir mantık yürütme aslında. Ben referansımı ışıma olarak alarak böyle bir mantık kuruyorum. Çünkü evrenin hiç bir noktasında ışımanın sıfır olduğu bir durum yok. Dolayısıyla her yer ‘aydınlık’. Görünür ışık yoksa karanlık diyebiliriz. O noktada pozisyonumda ısrarcı değilim 🙂

      Gene de hikaye olarak beğenilmesine karşı duracak bir noktamız olamaz. Yanlış anlaşılmadığımızı umarız…

      Beğen

      • Serdar, yazın muhteşem. Yazı ardından yalan savma güdülerinle deştiğin yoruma cevabın daha da mükemmel. Ama yine de Einstein’ın dindarlığını koruyan cengaver mücadeleciler olduğunu görmek çok güzel. Hayatta olsaydı gurur duyardı.

        Gereksiz bilgi:

        Enerji türü olan ISI (hani şu Joule, watt cinsinden olan) diye hatırlıyorum. O da sıcaklık dahil başka değişkenlere bağlı olduğundan çok faklı sonuçlar hissettirebilir. Yüksek basınçta daha düşük kaynama sıcaklığının geçekleşmesi gibi.

        Emeğine sağlık…

        Beğen

      • Aslında size bu noktada hem katılıyorum hem de sizden fikir olarak olmasa da sadece tanımlamalar ile ilgili ayrıldığım küçük bir kısmı da belirtmek istiyorum.

        Karanlık-Aydınlık konusundaki yazdığınız durum (ki aynen katılıyorum) aslında Soğukluk-Sıcaklık için de geçerli bence. Şöyle ki, “eğer ışımanın olmadığı bir nokta yok ise her yer aydınlıktır” önermesi “eğer kinetik enerjinin toplamının sıfır olduğu bir nokta yok ise soğuk bir yer de yoktur” şeklinde çevrilebilir. Hatta ben kendim şöyle tanımlıyorum: Soğuk ve sıcak sadece görecelidir. ve mutlak soğuk olan sıfır Kelvin var olmadığı için ‘mutlak soğuk’ diye bir şey de yoktur. Dolayısıyla biz soğuk-sıcak kavramlarını gündelik yaşamımızda kendi hissettiğimiz sıcaklık değerlerini ifade etmek için kullanırız. Mesela, 15C derece gibi bir sıcaklık bizim için soğuk olabilir iken, bir kutup ayısı için gayet sıcak olabilir (veya kutupta yaşayan bir insan için bile böyle olabilir). Aynen aydınlık-karanlık da böyledir. Yani, sizin de belirttiğiniz gibi mutlak manada ne soğuk ne de karanlık (bizim bildiğimiz kadarıyla) diye bir şey yoktur.

        Aslında burada bu argümanın en sevdiğim ve yıllarca üzerinde fikir yürüttüğüm kısmı olan ‘mutlak kötülük’ün (ya da terminolojik olarak hayır-şer ikilemindeki ‘şer’ olanın yaratılması / varolması) varlığı meselesi geliyor ki, bence benzer şekilde şer de mutlak manada yoktur. Ama bu kısım o kadar uzun bir düşünce silsilesinin açıklığa kavuşturulmasını gerektiriyor ki, benim gibi yazı konusunda yeteneksiz bir kişinin bunu bir yoruma sığıştırması, üstelik yıllarca süregelen düşünce birikimini açıklıkla ve eksiksiz olarak karşı tarafa aktarması çok zor olduğundan bu kısmı atlıyorum. Bunu sadece video ile alakalı çevirideki hatayı belirtmek için yazıyorum. Yani, video asparagas olduğu gibi çevirisi de sallama olmuş. Adamlar ‘Tanrı ve kötülük’ gibi bir ikileme girmişken çevirenlerin kötülük kısmını şeytan diye çevirmesi bile konuya olan hakimiyetsizliğin gösterdiği ufak bir gaf olmuş bence. 🙂

        Neyse, meramımın üzerinde gereksiz yazdım, mazur görün…

        Beğen

  7. Affallayan Profesör 11 Mayıs 2013 17:17

    Nasıl ders ise artık somut örnekler verip soyut kavramlar anlatıyor. 😀

    Beğen

  8. Einstein’in kahramanlaştırılması yani bir nevi rol model alınması, putlaştırılması söz konusudur. Tarihe mal olmuş, önemli sayılabilecek buluşları olmuş insanlar maalesef belirli kesimler tarafından putlaştırılıyor. Einstein’ı sahiplenmek için yapılmış bir video. (reklam kokan hareketler-teist reklamı). Tarihteki birçok devlet adamı, bilim insanı, felsefeci ve düşünürlerin benzer şekilde putlaştırılmasını çok görmekteyiz. Maalesef kahraman arama, başkalarının da bizler gibi düşündüğünü düşünmenin verdiği bir rahatlığın peşinden gidiyoruz. Benzer putlaştırmanın, peygamberlere de yapıldığını, okullarda “Kutlu Doğum Haftası” diye din propangandası (reklamı) yapıldığını, yine aynı putlaştırmaya karşılık, karşıt görüşlü insanların, Kemalizm adı altında Atatürk’ü putlaştırmaları, Atatürk’ü putlaştıran kesimlere karşılık, teist düşüncedeki insanların da putlaştırması ve ön plana çıkarılması hep gözlemlediğimiz ve hayretler içerisinde izlediğimiz durumlardır.

    Elbetteki görüş ve fikirlerinden faydalandığımız insanlar olacaktır. Fakat yukarıda bahsi geçen videonun, teist argümanistler için bir teselli videosu olduğu, video doğru olsa dahi, Tanrı varlığına hiçbir şekilde ispat olamayacağı açık ve nettir. Yazınız çok anlamlı, yaptığınız çalışmadan dolayı tebrik ederim.

    Beğen

  9. Bahadır Altundal 11 Mart 2014 23:11

    Bu bir hikaye olabilir.Einstein ile ilgisi olmadığı veya buna benzer bir çok örnekleride bulunabilir.Burada anlatılmak istenen yada bizim üzerinde düşünmemiz gereken insanoğlunun var oluşuyla,yaşamının sona erişi süresinde yaşadıkları,öğrendikleri veya hayal sınırları dışında bir ihtimale yer vermemesi bizi inananlar ve inanmayanlar olarak ikiye ayırmıştır.Mantığımızın almadığı hayal ötesi bu düşünceleri savunan insanlar dindar olarak sınıflandırdığımız kesimi,veya reenkarnasyon.toprak olup gitme gibi inanışları savunanlarda ateist veya sapkın inançlar olarak tanımlanmıştır.

    Benim bu hikayeyi okumadan öncede hep insanoğlunun kendi zeka ve hayalleri ölçüsünde düşünebildiğine ve Allahın varlığını inkar edenlerinde bu alanda sıkıştıklarına inanmışımdır.Şöyle bir örnek verecek olursak bir karınca görebildiği uzaklığın ötesini hayal edemez.Karınca ile iletişim kurabilecek olsaydık,onlarca kilometre ileriyi gördüğümüzü söylememiz,sanırım karıncalar için hayal ötesi bir idaa olurdu.Biz mantığımız ötesinde düşüncelere şüpheyle yaklaştığımız için inançsızlık hakim oluyor.

    Beğen

  10. Az önce tanrının varlığı ile ilgili bir tartışmada bu yazıyı kullanacaktım ki yazınızı okudum…Öncelikle ateist değilim ama inancımı kanıtlamak veya ispatlamak zorunda hissetmiyorum çünkü inancın içsel bir durum olduğuna inanıyorum. Öncelikle aydınlattığınız için çok teşekkürler; çünkü bu sözün Einstein’a ait olduğuna inanmaya başlamıştım…:) Her neyse muhtemelen bir ateist tanrının varlığı için somut bir kanıt bekleyince eğitim almış ve edebiyatı biraz kuvvetli bir insanın bunu yazıp Einstein’in imiş gibi paylaşmış olduğu anlaşılıyor. Ama bence bunu tanrının varlığı yokluğu yerine inancın varlığı yokluğu olarak ele alsaydı bir de profesör-üniversite öğrencisi diye abartmasaydı, kendi fikri olarak paylaşsaydı ben açıkçası zekice bir anlatım olduğunu düşünürdüm…Çünkü inancın varlığı veya yokluğu hem ispatlanabilir değil, hem de dini inanç bir bilim değil… Sevgilerimle

    Beğen

  11. VERDİĞİNİZ ÖRNEK BİRAZ ,,DOĞRU BİLGİYE DAYANMAMAKTADIR YANLIŞ ÖRNEK, ÖRNEK DEĞİLDİR.
    .BİZ; ŞEYTAN HAKKINDA BİLGİYİ; DİN KÜLTÜRÜNDEN EDİNİRİZ: ŞEYTANDAN SÖZ EDERSENİZ; DİN KÜLTÜRÜNE DAYANMALIDIR SÖYLEDİKLERİNİZ:::: TANRI HER HAYRIN VE ŞERRİN SAHİBİDİR VE ŞEYTANA DA SAHİP VE HAKİMDİR:: DİN İMİZ VE DİNLER E GÖRE —–HER YARATILAN;——–HERŞEY TANRIYI YÜCELTİR —OLARAK BAHSEDİLİR: EVET DİN İN YARATILAN ŞEYTAN VE DİĞERİNE YAKLAŞIMI BUDUR:: BİZ ŞEYTANIN VARLIĞINI DİNİ BİLGİYE GÖRE EDİNİRİZ: ŞEYTANIN VARLIĞI DİNİ BİLGİYE, DİN E DAYANIR. ŞEYTAN DİN İN BİR ÜRÜNÜDÜR: O YÜZDEN DİNİ İNKAR ETTİRMEZ VE ŞEYTAN I BİLMEK TANRININ YOK OLMASI YA DA İNANÇSIZLIK DEĞİL; DİNİ ÜRÜN OLDÜĞUNDAN; DİNİ BİLGİDİR ŞEYTANI BİLMEK; DİNİ VARLAR. TANRIYA İNANCIN VARLIĞI YOKLUĞU DA ŞEYTANA DAYANMAZ –ŞEYTAN BİR DİNİ ÜRÜNDÜR; DİNİ BİLGİSİDİR.., YARATILAN HERŞEY İN VARLIĞI, TANRIYA DAYANIR VE ANCAK ONU YÜCELTİR ASLA YOK SAYDIRMAZ AKSİN TANRININ VARLIĞININ KANITI …YÜCELMESİNİN ARACIDIR: TANRININ VARLIK NEDENİ OLMADIĞI GİBİ TANRININ ÜRÜNÜDÜR: YOKLUĞUNU DEĞİL;VARLIĞININ ÜRÜNÜDÜR.. ŞEYTANIN VARLIĞINI DÜŞÜNMEK,TANRININ ,, YARATICILIĞIN ,,DİNİN VARLIĞINI DÜŞÜNDÜRÜR:

    Beğen

  12. KARANLIK VE AYDINLIK BİR DURUMDUR: BİR SEBEP SONUÇ DURUMUNUN KOŞULUDUR: KENDİ KOŞULLARI VARDIR.

    Beğen

  13. KARANLIK VE SOĞUK BİR TANIMLANIR DURUMDUR: BİR SEBEP–SONUÇ İLİŞKİSİ SONUCU DURUMDUR, TANIMLANIR, KENDİ KOŞULLARI OLAN BİR DURUMDUR. TÜLAY

    Beğen

  14. ŞEYTAN, BİR DİNİ ÖGEDİR: ONUN VARLIĞINI BİLMEK; VARLIĞINA İNANMAK, DİN KÜLTÜRÜNE DAYANIR VE DİNİ MİZİ KANITLAR DİN KÜLTÜRÜNÜ PEKİŞTİRİR..

    Beğen

  15. merhaba tulay hanim, gercekten sizin yazdiklarinizi okuyunca derin bir aydinlanma icerisine girdim. kafamdaki bir cok soru isaretini aydinlattiniz,
    secdeye kapanip agladim ve tanrima sukur ettim, boylesi bir site vasitasiyla huzura kavustugum icin serdar bey’e de tessekur ederim.
    aydinlik ve tanri rasindaki koeralsyonunuz, her seyi din kulturu ve ahlak bilgisine baglamiz da, cozumun aslinda cok basit oldugunu ve iman sorunu oldugunu bana gosterdi.

    Beğen

  16. Teşekkürler Scilo. SanırımAnlaşılmıştır. Şeytanın Varlığı Tanrının Yokluğudur Sözü Temelden Yanış Bir zihniyettir. TanrınınYokluğu Diye Birşey Olamaz ASIL BU İNKAR CI BİR SÖZDÜR. İNANÇSIZLIKTIR…–Yaratılan Herşey onun Kanıtıdır—-Ve —O nu yüceltmek durumundadır. Ve Şeytanın Allah a Karşı Durumu Olamaz. Varlık Gösteremez. –KUR AN DA YARATILMIŞ CANLI CANSIZ HERŞEY ONA İMAN EDER DER:ŞEYTAN İÇİN DE BUDURUM SÖZKONUSUDUR: DİKKATİNİZİ ÇEKERİM !!! Şeytanın Varlığını Bilmek, Tanrının Dinine ait bilgi Sahibi Olmaktır. Tanrıya , Dinine götürür Yalnızca. DİNİMİZE GÖTÜRÜR TANRI İNANCINI PEKİŞTİRİR, DOĞRU YOLU ARAMAK İÇİN TANRININ BİZDEN BİLMEMİZİ (ŞEYTANI) BİLMEMİZİ İSTEDİĞİ BİR ÖGEDİR: TANRI BİZDEN; ŞEYTANIN VARLIĞINI BİLMEMİZİ , HABERDAR OLMAMIZI İSTER ZATEN..ŞEYTAN ; ALLAH IN ; HAKİM OLDUĞU; TAM HAKİMİYETİNİN ALTINDA OLANDIR ZATEN: AKSİ GEÇERSİZDİR: DR TÜLAY SULU(SÜLÜ)

    Beğen

  17. TÜLAY SULU 01 Haziran 2015 02:03

    ŞEYTANIN VARLIĞINI BİLMEMİZİ ALLAH İSTER BİZDEN ZATEN: Kİ ONUN VAR OLDUĞUNU BİLEREK ONA UYMAMAMIZ İÇİN: O YÜZDEN ŞEYTANIN VAR OLDUĞUNU BİLMEK DİNİN ALLAH IN İSTEĞİDİR: BİLİRSENİZ DİNİNİZE ALLAH IN BUYRUĞUNA DA UYAR SINIZ: ŞEYTANIN VARLIĞINI BİLMEK DİNE VE ALLAH A YERER VE İNSANA.

    Beğen

  18. seytanın varlıgı Allahın(tanrının) varlıgına baglıdır Biz şeytanı biliyorsak bu Allahın(tanrının) bildirmesiyle olmuştur Allahın var olmadıgından bahsedersek şeytanın da var olmaması gerek dolayısıyla kotulugun var olmaması demek

    Beğen

  19. Sadık Gündoğdu 10 Temmuz 2015 02:05

    Hikayenin almancasını dinledim. Yukarıda ki yazıda yanlış tercümeden kaynaklanan yanlış anlamalar var.
    Önce , şeytan olarak tercüme edilen ”böse” kelimesinin gerçek türkçesi küfür dür. Yani profesör şeytanın yaratılmasından değil küfrün yani kötülüğün yaratılmasından Tanrıyı sorumlu tutmakta ve Tanrı küfrü ve kötülüğü yarattığına göre kendiside -haşa- kötüdür tezini savunmaktadır.
    Einstein da; küfrün yaratılmış bir varlık değil, Tanrıyı dolayısıyla yaratılmayı inkar etmenin kalpteki soyut bir neticesi olduğunu dolayısıyla Tanrının küfrü ve kötülüğü yaratmasının mevzubahis olmadığını söylüyor ve buna soğuk ve karanlık gibi soyut mevhumları örnek gösteriyor.
    Aynı mevzu Bediuzzaman Said Nursi Hazretlerinin yıllar önce yazdığı Şualar isimli eserinde de anlatılıyor. Küfür’ün yaratılmış bir nesne veya varlık değil, sadece Yaradan’ı inkarın kalpteki sonucu olan soyut bir kavram olduğunu, dolayısıyla Allah’ın küfrü ve kötülüğü yaratmasının mevzubahis olmadığını çok güzel bir üslupla izah ediyor.
    Dini bir konuda hem tercüme yapabilmek hemde değerlendirme yapabilmek için konunun derinliği oranında hem lisan hemde dini bilgi sahibi olmak gerekir. Aksi halde hem yukarıdaki tenkit yazısında hemde buna yapılmış olan onlarca yorumda olduğu gibi konuyla hiç ilgisi olmayan yanlış değerlendirmeler ortaya çıkar.

    Beğen

    • Konu aslında dini değil. Ayrıca yazıyı dikkatli okusaydınız çeviri yanlışından bahsedildiğini görürdünüz, yazıyı çevirenler kendileri değil zaten.
      Bu tarz yazılara yapılan yorumlar da yazıyı düzgün okumayı gerektiriyor.

      Beğen

    • Mehmet Aygan 25 Aralık 2016 07:57

      “Dini bir konuda hem tercüme yapabilmek hemde değerlendirme yapabilmek için konunun derinliği oranında hem lisan hemde dini bilgi sahibi olmak gerekir. ”

      Dilsel bir ifade olan sözcüğe, zihinde düşüncenin oluşumu perspektifinde olgusal değil; kurguya eş anlamlar yükleyen, bu anlama deneyimle içsel olarak bilinen duygularla “kutsal ” değerini yükleyen sizsiniz.

      Tarihsel bir metin olan Kur’an’a binlerce metin içerisinde metafizik dille kurguya eş bir anlam yükleyen sizsiniz.

      Tarihsel bir metin olan, 7.yy’da oluşan Kur’an diline, Arapça’ya kutsal bir değer yükleyen sizsiniz.

      Bu, yüzlerce yıl öncesinde dini bilimselleştirme çabasında olan teolojidir. Tarihsel bir metni bütünü ile mutlak, değişmez, sabit doğru kabul ederek dile, dildeki sözcüğe, sözcüğün kökenine, sözcüğün köken anlamına, sözcüğün nesnel anlamına, sözcüğün bilimsel anlamına göre akıl yürütüp çıkarım yaparak bir değer yükleyen sizsiniz.

      Edebiyattaki bilim, fantastik kurgu zihinde neyse, inançlarınız da buna eştir.

      Akıl yürütme ve çıkarımlarınızın tamamı da Kur’an ayetlerinin doğruluğunu referans veren, öncülü ayet olan kısır döngülerdir.

      Dedüktif akıl yürütmelerinizde kullandığınız öncül önermeleri ile olgulara dayanmıyorsunuz.

      ” Aksi halde hem yukarıdaki tenkit yazısında hemde buna yapılmış olan onlarca yorumda olduğu gibi konuyla hiç ilgisi olmayan yanlış değerlendirmeler ortaya çıkar. ”

      Yukarıdaki değerlendirmenin yanlış diyorsunuz ama Kur’an’ın doğruluğunu nasıl biliyorsunuz?

      Hayatınızda tanrının neliğini, niteliğini duyularla deneyimlediyseniz, yaratıcı, tasarlayıcı, ödüllendirici, cezalandırıcı, yargılayıcı, akıllı, bilgili, merhamet edici, lanet edici, kin tutucu vb. insana ait fiziksel özellikleri tanrı adlı dilsel ifade olan sözcüğe yükleyip onun zihninizde oluşturduğu kurgunun tanrının metafizik varlığına işaret ettiğini nasıl biliyorsunuz?

      Tanrının varlığı konusunda, inandığınız tanrı tanımının doğruluğunu nasıl biliyorsunuz?

      Niteliğini ve neliğini duyularla bilemeyeceğiniz bir şey, kavram dahi değildir.

      Burada varlığı veya yokluğu sorgulanabilecek bir düşünce dahi yok.

      Size ait, dogmatik inançlar var. 🙂

      Elinize aldığınız tarihsel metindeki yargılar birer öncüldür.

      Bu öncüllerle var olanda; biyoloji, fizik, kimya vb. bilimsel konularda yaptığınız çıkarımlarda yalnızca siz ve aynı dogmaları paylaşan, bir önerme olarak yanlışlanamaz kurguyla düşünen arkadaşları bağlar.

      Tanrı, tek, eşsiz, benzersiz v.s. olmalıdır gibi çıkarımların vehayut tanrı tek, eşsiz, benzersiz v.s. olandır gibi önermelerin duyularla edinilen bilgi ile doğrulanabilir, yanlışlanabilir, sınanabilir bir niteliği bulunmaz.

      Deistik tanrı tanımları ile bütün dini metni kapsayan teistik tanrı tanımlarını özdeşleştirme tutumunuz ise, çelişkili ifadeler kullandığınızdan bihaber olduğunuza ışık tutuyor. Tabii bunlar bierer doğru olarak her halükarda, dogmadır.

      2+2=4 önermesi gibi salt akla aittir; ama matematiksel ifade ile teolojik ifadeyi özdeşleştirmenin yarattığı bir yanılsamadır.

      Tarihsel bir metin olan Kur’an, size ulaştığı hali ile kitaplaşmamıştır.

      Kur’an, size ulaştığı hali ile bir nakildir.

      Oluşumuyla da, rivayet veya söylentidir.

      Farklı lehçelerle Arapça konuşan, farklı kabilelerden Müslüman vahiy katibi veya aktarıcıların bir araya getirdiği bir kitaptır.

      Vahiy katiplerinin Kur’an ayetleri konusunda mutlak doğru sözlülüğünü deneyimle bilemeyeceğinize göre, Kur’an ayetlerini refere eden çıkarımlarınız da hiçbir anlam taşımıyor.

      Nesnel dile ait sözcükleri alıp edebiyatle evirip çevirip alakasız anlamlar yükleyebilirsiniz.

      Gerçekliği dogmatik inançlarınızın zihninizde temsil ettiği kurguya, ne olduğunu dahi bilmediğiniz halde inandığınız için yarattığınız metafizik sözcüğüne indirgeyebilirsiniz.

      Yaptığınız akıl yürütmeler ile kişisel indirgemeleriniz sizi alakadar eder.

      Ama ilkokul talebesi değilseniz, dilsel ifade olan Allah, zihinde kurgu olarak Allah ile varlık olduğuna inandığınız Allah’ı özdeşleştirmemeyi, karıştırmamayı öğrenin.

      Bu, “Zihnimdeki elma imgesi, zaman ve mekanda var olan tüm elmalardaki olası bütün değişimlere dair duyularla edinilmiş bilgidir. Zihnimdeki elma kavramı, varlık olan elmadır. Varlık olan elma, dilsel ifade olan elma sözcüğüdür. ” demeye eş bir çelişkiler yumağıdır.

      Her hıyarım var diyene bir avuç tuz alıp koşmayın, söylediklerinizin tamamı da, dini metinlerin oluşumundan sonra ortaya çıkmış, farklı dinden insanları ikna etmek için, dini kurumsallaştıran ruhban takımınca üretilen retoriktir. Bunları yazarak heyecan verici bir keşif yapmadınız.

      Tabii, elma ile Allah da, ne kavramsal olarak, ne de nitelik olarak özdeş biçimde bilinmez.

      Allah, bilinen bir şey dahi değildir.

      Allah’a iman, elmanın, portakalın, güneşin varlığına veya yokluğuna inanmaya inanmaya eş türde bir inanç da değildir.

      Burada elma, portakal, güneşin varlığını veya yokluğunu inkara eş bir durum da söz konusu değildir.

      Milleti edebiyat parçalayarak aldatmayın. Felsefe bilmiyorsunuz, belagat ile güzel konuşuyorsunuz ama saçmalıyorsunuz.

      Beğen

    • Mehmet Aygan 25 Aralık 2016 08:20

      “seytanın varlıgı Allahın(tanrının) varlıgına baglıdır Biz şeytanı biliyorsak bu Allahın(tanrının) bildirmesiyle olmuştur Allahın var olmadıgından bahsedersek şeytanın da var olmaması gerek dolayısıyla kotulugun var olmaması demek ”

      Ah halime, vah vah vah halime, beynin pırıl pırıl, tam da bir şakirt kafası.

      Nedensellik, hem duyularla bilinebilir olan, hem de sıklık, süreklilik, ardışıklık ilişkisi ile algılanan olaylara yöneliktir.

      Nedenselliği, ne olduğunu duyu ve akılla bilemediklerini sınıflandırmak için üretilmiş metafiziğe; içeriği ile kurguya eş önermelere indirgeyen sensin.

      Neden sonuç ilişkisini, belirlenimciliğe, belirlenimciliği erekselciliğe sen indirgiyorsun.

      Erekselciliği de, Kur’an’ın verdiği tanrı tanımı ile sen ilişkilendiriyorsun.

      Bu çıkarımları da Allah, Muhammed v.s. söylemedi.

      Sen yaptın. 😉 Kapiş.

      “Olmak, oluşmak, oluşur, oluşum ” vb. ifadeler olguyu betimler.

      Neliğini duyularla bilemediğin metafiziğe şeytan tanımını yükleyip bu var olan bir şey demek, “bilmiyorum ama inanıyorum ” demeye eşdeğerdir. 🙂

      Bir varlığa göre varlığını veya yokluğunu tanımlayan biziz.

      Ve tüm bunlar, olguyu çağrıştırır.

      Zihninde olguyu çağrıştıran bir sözcüğü kullanmadan inandıklarını tanımlamaktan dahi acizsin maalesef.

      Beğen

      • İyi guzel soylemessin kardesim de dini kitaplara nasil ayet geldi kendisimi uydurdu bu muhammed denilen sahis,bu dusunduklerini zaten cogu kisi soyluyor zaten biliyoruz acizsin kelimesinden once daha detayli arastirin bence.Ariyetten siz kurani okudunuzmu ve diger kitaplari sadece on yargi ile direk sonuc mu.dedikleriniz guzel aciklayaci ama ayni zamanda maalesef cop

        Beğen

  20. Ateist biri seytanin varliğini kabul etmez hikaye kendiyle çelişiyor. Eğer deseydi seytana inanamıyorum ve yoktur. Öğrencinin cevabi ne olurdu..

    Beğen

    • Mehmet Aygan 25 Aralık 2016 08:08

      “Ateist biri seytanin varliğini kabul etmez hikaye kendiyle çelişiyor. Eğer deseydi seytana inanamıyorum ve yoktur. Öğrencinin cevabi ne olurdu.. ”

      Ateist olma olayının zorunlu sonucu, şeytanın varlığına iman etmeme olayı mıdır?

      Ateist olma olayının zorunlu sonucunun şeytanın varlığına iman etmeme olayı olduğunu nasıl biliyorsunuz?

      Var olanda ateist olmak ile şeytana iman etmemek arasında zorunlu bir neden sonuç ilişkisi mi vardır?

      Ateist olduğu karşılaşılan çoğu insanın şeytana iman etmediğini söylediğine dair duyularla edinilmiş bir bilgi, karşılaşılmayan bütün ateistlerin şeytana iman etmediğine dair duyularla edinilmiş bir bilgi midir?

      Her ateistin bu niteliğe sahip olduğunu nasıl biliyorsunuz?

      Bence sorguluyorsunuz, ama alışıldık kalıpların dışına çıkmıyorsunuz.

      Beğen

  21. tanrı ve şeytan birbirinden ayrılamaz. birinin varlığı diğerinin yokluğunu değil, aksine diğerinin de yanında var olmasının kesin gerekliliğini gerektirir. ikisi de kendi başına var olamaz, yok olamaz…..biri; diğerinin tamlayıcısıdır…biri olmazsa diğeri işsiz kalır.

    Beğen