Cebinizdeki Frankeştayn

060208_mb_Cell_phone_TnCep telefonları kanser yapar mı? Bu sorunun doğurduğu yersiz bir fobi, düzenli aralıklarla, neredeyse bir bahar şenliği rutiniyle manşetleri işgal ediyor. Oysa, etraflı ve dikkatli araştırmalara rağmen, cep telefonunun kanser yaptığına dair bir deneysel delil bulunmadı. Dahası, madde ve ışığın etkileşimine dair temel fizik kuralları da bunun teorik olarak mümkün olmadığını söylüyor.

Ocak 2011’de TBMM Kanser Araştırma Komisyonu bir rapor hazırladı. Rapor da birçok gerçek kanser riskine dair makul açıklamalar mevcuttu. ama basın bunları bir yana bıraktı, “ cep telefonları, baz istasyonları ve yüksek gerilim hatlarının direkt olarak kanser yapıcı yönde bir delil ortaya koymadığı, ancak mevcut dolaylı veriler nedeniyle dikkat edilmesi gerektiği” ifadesi büyütüldü de büyütüldü.

Ardından, Sağlık Bakanlığı yangına körükle gitti, hiç bir bilimsel temeli olmamasına rağmen, cep telefonlarının ciddi tehlike yarattığını ilan etti. Oysa ki geniş çaplı araştırmalar, cep telefonu kullanımının kanser ihtimalini artırmadığını gösteriyor.

Sağlık Bakanlığı’nın komisyon raporuna kendi imkânlarımla (yani internetten) ulaşamadığım için ne gibi araştırmaları değerlendirdiklerini inceleyemedim. Onun yerine kendi araştırmamı kendim yaptım. Çok uğraşmam gerekmedi; başta World Health Organization olmak üzere birçok kurumun desteğiyle çok kapsamlı araştırmalar yapılmış bile. Sonuç: Cep telefonları kanser yapmıyor.

Hiç bir cep telefonu şirketiyle, normal ücretli abonelik dışında, doğrudan veya dolaylı bir çıkar ilişkim yoktur. Bu yazının tek amacı kitle histerisi haline dönüşen bir safsatayı çürütmek, kafası karışanlara mevcut tıp ve fizik bulgularının rehberlik etmesini sağlamaktır.

Burada yazılanların hepsi baz istasyonları ve yüksek gerilim hatları için de geçerlidir. İlginçtir, bugün yerleşim yerlerindeki baz istasyonlarının çevresinde koparılan fırtına, 1970’lerde yüksek gerilim hatları konusunda da koparılmıştı. Artık yüksek gerilim hatlarının hiç lafı geçmiyor, unutuldu gitti. Toplumsal panikler gelip geçiyor, ama sıklıkla yeni elbiselerle tekrar karşımıza çıkıyorlar.

Tıbbi bulgular

Cep telefonlarının (genel olarak radyo dalgalarının) kanser yapıp yapmadığı uzun zamandır inceleniyor ve sonuçlar hep negatif. Bu konuda yakın zamanda tamamlanan en kapsamlı inceleme, Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (International Agency for Research on Cancer — IARC) tarafından koordine edilen “Interphone” araştırması. Bu araştırma 13 ülkede (Almanya, Avustralya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İngiltere, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda) beş binden fazla beyin kanseri vakasını inceledi. Araştırmanın sonuçları International Journal of Epidemiology dergisinin 17 Mayıs 2010 sayısında yayınlandı.

Interphone araştırmasının sonucuna göre, cep telefonu kullanımı en yaygın iki beyin tümörünün (glioma ve meningioma) oluşma riskini artırmıyor. Ayrıca telefonla konuşma süresi veya kaç yıl telefon kullanıldığı da riski artırmıyor. Telefonda en çok zaman geçirenler arasındaki küçük bir grupta glioma riskinde biraz artış görülse de, araştırmacılar bu farkı istatistiksel olarak anlamlı bulmuyor.

(İstatistiksel anlamsızlık şu demek: Hilesiz bir parayı on kere atarsanız yazı ve tura her zaman beşer beşer gelmez; meselâ altı kere yazı dört kere tura gelebilir. Bu farktan yola çıkarak para hilelidir demek anlamsızdır çünkü parayı bir milyon kere atarsanız yazı-tura oranı eşit olmaya çok yaklaşır, 6:4’de kalmaz.)

Başka araştırmalar, akustik neuroma denen bir tümörün riskinin de cep telefonu kullanımı ile artmadığını gösteriyor. Bazı araştırmalarda başın telefonun tutulduğu tarafında daha fazla tümor oluştuğu ifade edilse de, bu sonuç güvenilir değil, çünkü hasbelkader telefonu tuttuğu tarafta tümörü çıkan hastalar onay yanılgısı (confirmation bias) ile “telefonumu o tarafta kullanıyordum” demeye daha eğilimli oluyorlar.

ABD Ulusal Kanser Enstitüsü’nün hazırladığı Cell Phones and Cancer Risk sayfasında beyin kanseri ve cep telefonu ilişkisine dair benzer araştırma sonuçlarının özetleri mevcut. Bütün araştırmalar ya hiç bir ilişki bulamıyor, ya da çok zayıf ve tekrarlanamayan sonuçlar bildiriyor.

Kesin sonuçlar olmayınca, Xkcd’nin güzel karikatüründe olduğu gibi, kanserin cep telefonlarının artmasına yol açtığını bile iddia edebiliriz.

cancerphone

Kanser oluşumunun fiziği

Kanserin molekül seviyesindeki sebebi, genetik malzemeyi barındıran DNA’da kopmalar olması ve DNA’nın sağlıklı yapısının kaybedilmesidir. Kimyasallar, virüsler ve enerjik radyasyon sonucunda DNA molekülü kırılıp yanlış şekilde birleşebilir. Bu mutasyonların bazıları kansere yol açar.

Fizikte “radyasyon” terimi genel olarak bütün elektromanyetik dalgaları tarif eder. Görünür ışık, radyo dalgaları, mikrodalgalar, morötesi, X ışınları, vs. hepsine birden radyasyon denir (Latince “radius” = “ışın”). Radyasyon ile madde (moleküller) etkileşebilir, ama sadece ve sadece molekül için müsait olan dalga boylarında.

Vücudumuzu oluşturan organik moleküllerin bağlarının belli dalga boylarındaki radyasyon ile kırılması mümkündür. Söz gelişi, görünen ışıktan daha kısa dalga boylu (daha enerjik) olan mor ötesi ışınlar deriye nüfuz ederek, deri hücrelerindeki DNA’yı kırıp deri kanserine yol açabilirler. Daha da enerjik olan X ışınları vücudun içinden geçebildiği için, vücut içinde herhangi bir yerde tümör yaratabilir. Ama her radyasyon aynı değildir. İletişimde kullandığımız mikrodalga ve radyo dalgaları organik moleküllerle etkileşmeden geçer giderler. DNA’nın molekül bağlarını kıracak enerjiye sahip olmadıkları için kansere yol açmazlar.

Su moleküllerinin iyonlaşması sonucu oluşan serbest radikaller de DNA’nın kırılmasına yol açabilirler, ama radyo dalgaları ve mikrodalga suyu iyonlaştırmaz.

DNAAz miktarda radyo dalgası birşey yapmayabilir, ama şimdi her alet radyasyon yayıyor, bunların birikmesi bir zarar verebilir mi? Hayır; ve bunu aslında Einstein cep telefonlarından çok önce, 1905 yılında ispatladı. Fizikteki “fotoelektrik etki”ye göre, eğer radyasyon maddeyle etkileşiyorsa, verilen ışının şiddetini artırmak etkileşen molekül sayısını artırır. Fakat etkileşme yoksa, daha fazla ışın vermek hiç bir şeyi değiştirmez. Eğer dalga boyu uygun değilse, gücü ne kadar artırırsanız artırın birşey olmaz.

Üsküdar’da durup Boğaz’ın öte yakasına, 1 kilometre mesafedeki Beşiktaş’a taş attığınızı düşünün. Bir milyon taş bile atsanız hiç biri Beşiktaş’a ulaşmayacaktır, birikme etkisi söz konusu değildir. Radyo dalgalarının DNA’yı kırma ihtimali ise, attığınız taşın 20 kilometre ötedeki Yeşilköy havaalanına ulaşma ihtimali kadardır.

Peki ama mikrodalga fırınlar et pişiriyor. Cep telefonları mikrodalga kullanıyor. O zaman beynimiz pişmez mi? Ona da hayır. Birincisi, fırınlardaki mikrodalga şiddeti 1000 Watt kadar, telefonlardaki ise bunun binde birinden az, sadece 1 Watt seviyesinde. Fırındaki mikrodalga ışınlar yemeğin dış kısmını ısıtır, ısı içeriye doğru iletimle nüfuz eder. Telefonun yaydığı mikrodalgalar da derimizi azıcık ısıtır, ama bu ısıtma meselâ güneşin kafamızı ısıtmasından çok daha zayıftır. Doğal soğutucumuz olan kan dolaşımı bu fazla ısınmayı hemencecik dengeler.

Yani, cep telefonlarının beyne etkisi deneysel olarak gözlenmediği gibi, teorik olarak da böyle bir etki olması beklenemez. Robert Park’ın “Cellular Telephones and Cancer: How Should Science Respond?” makalesinde ve “Voodo Science” kitabında daha fazla ayrıntı bulabilirsiniz.

Peki bu yok mu demek?

Bir şeyin yokluğunu ispatlamak çok zordur; en fazla “bulamadık” diyebilirsiniz, o zaman da “daha iyi arayın” karşılığı alabilirsiniz. “On yıllık kullanım yetmez, yirmi yıl olsun“, “beş bin kişi yetmez, elli bin olsun“, ve saire.

Diyelim telefonunuzu kaybettiniz ve evde olduğuna inanıyorsunuz. Ceplerinize baktınız, başka telefondan arayıp çaldırdınız, her tarafı didik didik ettiniz, yine de bulamadınız. Evde hiç bir yerde olmadığını ispatlayamazsınız, ama hayatınızı onu aramakla geçiremeyeceğinize göre, makul bir arama çabasından sonra “yok” diyebilmeniz ve işinize bakmanız lâzım.

Kanser bağlantısı konusunda da çizgiyi bir yerde çekmek lazım, ve uzmanların gözünde bu araştırmalar, en azından beyin kanseri konusunda, cep telefonlarının masum olduğunu gösteriyor.

Öyleyse hekimler neden dikkat edin diyorlar?

Hekimliğin en önemli prensibi, zarardan kaçınmaktır. Hekim için insan sağlığını garantiye almak önemlidir, o yüzden yeni ve tartışmalı konularda emniyetli olmak yönünde hata yapmayı tercih ederler. Cep telefonlarının hiç bir zararlı etkisi olmayabilir, ama hekimler ne olur ne olmaz diye meselâ kulaklık kullanmayı tavsiye edebilirler.

Muhafazakârlık en garantili yoldur. İleride haksız da çıksanız, hiç bir zarara sebep olmadığınız için başınıza bir şey gelmez. Haklı çıkarsanız da “Ben söylemiştim!” diyebilirsiniz. Ancak tarih, yersiz emniyet meraklısı aşırı muhafazakârlığın gelişmeyi baltaladığı örneklerle doludur. Emniyet temel bir insan ihtiyacıdır, ama uydurma hayaletlerden korkarak hayatı aksatmak uzun vadede zarar getirir.

Tedbir almanın ne zararı var?

Cep telefonu ve radyo dalgaları fobisinin iki sebepten dolayı topluma ciddi zararları olduğunu düşünüyorum. Birincisi pratik, ikincisi daha felsefi.

Pratik zarar, varolmayan bir şeyin korkusunun günlük hayatımızda yarattığı gereksiz zahmet ve stres. Bazı tedbirler zahmetli olmayabilir: Mesela telefonu uzak tutmanın ve kulaklık kullanmanın bir zararı yok (ama unutmayın ki Bluetooth kulaklıklar da radyo dalgaları yayıyor). Keza, gülünç olmaktan korkmuyorsanız kafanıza alüminyum folyo sarmanın da hiç bir zararı olmaz.

foilhats_400

Ancak, korku aklı baştan alır; fazla korkanlar kolaylıkla sahtekârların tuzağına düşebilirler. Radyo dalgalarını engelleyen “koruyucu”ların pazarlandığı web sitelerini görmüşsünüzdür. Bunlar, özellikle annelerde ve hamilelerde irrasyonel korkular yaratarak pazarlama yapıyorlar. Şarlatanlığa kurban gidip işe yaramayan şeylere dünyanın parasını harcayabilirsiniz.

Dahası, bu gereksiz korku yüzünden insanlar mahallelerindeki baz istasyonlarına karşı ayaklanıyorlar. Türkiye gibi cep telefonu delisi bir ülkede bu tavır çok ironik. Belki “şebeke olsun, ama benden uzak olsun” gibi bencil bir düşünce mevcut. Baz istasyonlarını istemiyorsak, mantıken diğer radyo dalgalarını da reddetmeliyiz. Gel gör ki, kablosuz internet, TV yayını, uydu bağlantıları, vb. her türlü iletişim radyo dalgalarıyla sağlanıyor. Yüz yıldır radyo dalgaları içinde yüzüyoruz. Eğer bu hezeyan devam ederse çok meraklı olduğumuz iletişim ağını kendi elimizle tahrip edeceğiz.

Felsefi zarara gelince: Bu yüzyıldaki iletişim imkanlarına bakarak, bir bilgi toplumu olmamız gerektiğini düşünürüz. Bilgiye ulaşmanın kolaylığına rağmen, doğru bilgi edinmeye çalışmıyor, iletişimi dedikodu yaymak için kullanıyor, kulaktan dolma lafları gerçek zannediyoruz. Teknolojinin nasıl işlediğini anlamaya çalışmıyoruz. Taş devri insanları şamanlarına nasıl bakıyorsa, biz de bilim ve teknolojiye öyle bakıyoruz. Mistik hisler içinde kâh ona hayran oluyor, kâh ondan korkuyor ve nefret ediyoruz. Oysa ki isteyen için doğru bilgiye erişmek nispeten kolay. Sadece sap ile samanı birbirinden ayıracak sabır gerekli.

Faydalı bağlantılar:

  1. Brain tumour risk in relation to mobile telephone use: results of the INTERPHONE international case–control study — International Journal of Epidemiology.
  2. Cell Phones and Cancer Risk — National Cancer Institute
  3. No link found between mobile phones and cancer — Nature
  4. Electromagnetic fields — Skeptic’s Dictionary
  5. Electromagnetic fields and public health — World Health Organization
  6. Cellular Telephones and Cancer: How Should Science Respond?
  7. Frankenştaynın Dönüşü — Kaan Öztürk Blog

Bu yazı ilk olarak yazarın blogunda “Cepteki Frankenştayn” başlığıyla 5 Şubat 2011 tarihinde yayınlanmıştır. Buraya aktarılırken anlamı değiştirmeyen küçük düzeltmeler yapılmıştır.

About Kaan Öztürk

Fizikçi, veri bilimci, eski akademisyen.

19 Yanıt to “Cebinizdeki Frankeştayn”

  1. Bu yazı bence biraz erken olmuş. Neden:
    1. Konu ile ilgili araştırmalar henüz devam etmektedir ve hüküm vermek için henüz erkendir. Gelecekte sizin yazınız da sizin benzeri bir sitede, hatta sizin sitenizde ti’ye alınabilir.
    2. Konuyu teknik açıdan yeterli derinliğe ulaşmadan bağlamışsınız. Böyle bir siteye yakışmaz. GSM teknolojilerinde kullanılan frekans bandı mikrodalga banttır. Burada fizik dersi vermeyeyim, siz biraz daha detaylı araştırın istemediğiniz kadar bilgilenirsiniz. Özetle bu cihazlar kullandıkları frekans bandı ve emisyonları itibarıyla evlerimizde kullandığımız mikrodalga fırınlar ile akrabadır. İstatistiksel yöntemler konusundaki bilginizi burada da konuşturarak mikrodalga ürünlerde kullanılan faraday kafesi, sızıntı kontrolü, emisyon kontrolü vb. emniyet tedbirlerinin gerekli olup olmadığını ve bunun benzer radyasyon parametrelerine sahip GSM ürünleri için anlamlı olup olmadığını değerlendirmeniz hoş olur.
    3. Bilimsel araştırmaların içine ne kadar menfaat ve politika karıştığı herkesçe malumdur. Bu durumdan hareketle kanser ilacı üreticilerinin desteklediği projeler ile IT sektörünün parabolik büyüyen ciro hacminin bu işlere ne kadar bulaştığı konusunda ortalık aydınlanmadan, menfaat çatışmaları ve iddialar devam ederken, olayın ipliği pazara serilmeden gazel okumak yanlış. Bir ilacın bulunup seri üretimle satışa geçmesine geçmesine kadar geçen süre yaklaşık 12-15 yıl iken, GSM teknolojilerinin dünyada yaygınlaşmasından henüz 30 geçmemişken (Mikrodalga icad olalı yaklaşık 70 yıl geçti), kanser tedavisi konusunda bilinenler bilinmeyenlerin yanında küçükken ahkam kesmek talihsiz bir açıklamadır.

    Beğen

    • 1. Yazıda da söylediğim gibi, bir şeyin yokluğunu ispatlamak imkânsızdır. Ancak varlığı ispatlanabilir. Kanser-cep telefonu ilişkisinin varlığı ispatlanmamıştır, hatta böyle bir ilişki olmadığına dair epeyce delil toplanmıştır. Zaten teorik olarak da böyle bir ilişki olması beklenmiyor.

      Tiye alınmak tabii herkesin hazırlıklı olması gereken bir durum. Tiye alınmamayı garanti etmek için sürekli herşeye olabilir demek lâzım. Ama bilim aynı zamanda neyin olamayacağını da söyleyebilmektir. Eğer benim (ve kanaatini aktardığım sayısız araştırmacının) yanıldığı ortaya çıkarsa, dilerim elimizdeki bilgi çerçevesinde konuştuğumuz göz önünde tutulur.

      Her şeye “yok görünüyor ama ya varsa” diye korkarak yaklaşırsak, caddenin karşısına bile geçemeyiz: Yol boş görünüyor ama ya göremediğim bir araç varsa?

      2. Yazıda cep telefonlarının mikrodalga bandı kullandığından bahsettim. Fırınlardan farklı olarak çok daha düşük güçlü olduklarını da arzetmiştim. Merak ettiğiniz Faraday kafesi ve sızıntı kontrolü meselesi fırınlar için gereklidir çünkü yüzlerce Watt’lık mikrodalga ışıması cildimizi yakabilir. Cep telefonlarının gücü ise çok daha küçüktür ve sebep oldukları küçük miktarda ısınma vücut tarafından kolaylıkla bertaraf edilir.

      3. Bazı çıkar gruplarına hizmet eden bilimsel görünümlü ama yanlı yayınlar yapıldığı doğrudur. Ama bu gerçek, belli bir sanayinin işine yarar görünen her çalışmanın yanlı olduğu anlamına gelmez. Cep telefonlarının zararlı olduğunu söyleyenlerin sabit telefon şirketlerinin hizmetinde olmadığını nereden biliyoruz?

      Şaka bir yana, asıl cesaret isteyen şey cep sinyallerinin zararsız olduğunu söylemek. Halkın genel tepkisine bakarak, araştırmacıların dediğiniz gibi bir suçlamaya göğüs germeye hazır olması gerekiyor. Tam da bu yüzden, araştırmalar büyük bir titizlikle, istatistiksel inceliklere çok dikkat ederek hazırlanıyor ve sunuluyor. Bahsettiğim çalışmaları inceleyen bağımsız bilimciler arasında, bildiğim kadarıyla, herhangi bir eksiklik veya menfaat çatışması olduğunu söyleyen çıkmadı.

      Beğen

  2. Bir noktaya da ben aciklik getirmek isterim: “Burada fizik dersi vermeyeyim, siz biraz daha detaylı araştırın istemediğiniz kadar bilgilenirsiniz.” yorumu gelmis.

    Makalenin yazari mkoz, Bogazici Universitesi Fizik bolumunu bitirdikten sonra Amerikan Rice University’de doktorasini ve doktora sonrasi calismalarini tamamlamistir. Su anda da Yeditepe universitesinde ogretim gorevlisidir.

    Bu kucuk bilginin ‘yazarin bahsettigi konulara hakim olmadigi’ yonundeki supheleri gidermesi umidiyle.

    Beğen

  3. Güzel bir yazı ve güzel bir internet sitesi, tebrik ederim. Yalnız yazıdaki bir nokta kafama takıldı: “Fırındaki mikrodalga ışınlar yemeğin dış kısmını ısıtır, ısı içeriye doğru iletimle nüfuz eder” denmiş, ancak bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Rezistansla çalışan normal fırınlarda dediğiniz gibi pişiyor yemekler evet, ama mikrodalga içerideki yemeğin tümüne birden nüfuz ediyor diye biliyorum. Hatta mikrodalganın faydalarından birisi bu, homojen pişirim.

    Beğen

    • Bunu kolayca deneyebilirsiniz: Buzdolabından birşey çıkarın ve bir dakika mikrodalga fırında hafif ayarda ısıtın. Dış kısmının biraz ısınmış olduğunu ama içinin hâlâ soğuk olduğunu göreceksiniz.

      Mikrodalga fırınlar “dielektrik ısıtma” denen süreci kullanırlar. Bütün yiyecek maddelerinin içinde bol miktarda su vardır. Su “polar” tabir edilen bir moleküldür; oksijen atomuna doğru elektron yoğunluğu fazla, hidrojen atomlarında daha azdır. Bu yüzden, dışarıdan gelen bir elektrik alanı, su molekülünü kendisine göre yönlendirir. Mikrodalgadaki elektrik ve manyetik alanlar sabit değildir; saniyede birkaç milyar kez yön değiştirirler. Su molekülleri, sürekli yön değiştiren elektrik alanına ayak uydurmaya çalışarak ileri geri dönüp dururlar, bunu yaparken de etraftaki diğer moleküllere şiddetle çarparlar. Elimizin ovuşturunca ısınması gibi, bu çarpışma ve sürtünmeler maddeyi ısıtır.

      Dielektrik ısıtma hacmin tamamında etkili olmaz. Belli bir derinliğe kadar, yüzeye yakın moleküller dalga enerjisini tamamen emer. Bu derinlik malzemeye ve sıcaklığa göre değişir, ama tipik olarak 5mm-1cm civarındadır. Daha derin noktaların iletimle ısınması gerekir.

      Bununla beraber, homojen pişirmeyle ilgili söylediğiniz büyük ölçüde doğru. Birincisi, mikrodalga enerjisi tek yönden değil, her yönden yiyeceğe nüfuz ediyor. Yiyeceklerin kalınlıkları çok fazla olmadığından, nüfuz etme derinliğinden daha içeride kalan hacim az. Zaten mikrodalga fırınların çalışma frekansı bu derinliği mümkün olduğunca artıracak şekilde ayarlanmış. Son olarak, yiyeceklerin ısınmasında iyon taşınması denen faktör de rol oynar. Her yiyecekte çeşitli tuzlar bulunur, bunların elektrik yüklü iyonları mikrodalgalar tarafından itilip kakılır. İyonlar moleküllerden çok daha küçük oldukları için daha derin noktalara nüfuz edebilir, böylece iç kısımları da ısıtabilirler.

      Beğen

      • Benim yanildigim nokta dalgalarin emilimini ihmal etmem olmus. Tesekkur ederim cevap icin Hocam.

        Homojen isitmayla ilgili avantaj mikrodalga firinlarinin teorisinde hep yazilan bir sey, ancak kisisel tecrubelerim cok da dogru olmadigini soyluyor. Sanirim yemegin icerisindeki iyon dagiliminin heterojenligi ve bazi kisimlarin digerlerine gore daha sulu olmasina gore isinma miktarlari degisiyor. Bir de sanirim firinin icerisine koydugumuz yemegin geometrisi de belirleyici oluyor.

        Beğen

  4. Merhaba,
    Bu yazınızı okuyunca, bir forumda açtığım şu konu geldi aklıma : http://forum.donanimhaber.com/m_73323516/tm.htm bunun hakkında bilgilendirebilir misiniz? Yanlış anlamadıysam cevabı ”Öyleyse Hekimler Neden dikkat edin diyorlar” alt başlığında yazdıklarınızla aynı olucak..

    Beğen

    • Cep telefonu sinyalinin uçağın elektonik devreleriyle etkileşime geçmesi fiziksel olarak mümkün, ama pratikte böyle bir etkileşim var mı, varsa ciddi bir risk mi, bunu elektronikçiler benden daha iyi cevaplayabilir.

      Sorunuz üzerine yaptığım taramada, ABD Ulusal Havacılık İdaresi’nin (FAA) geçen ayın sonunda yayınladığı bir düzenlemeye rastladım (http://www.faa.gov/about/initiatives/ped/) Düzenlemeye göre artık yolcuların uçuşun her aşamasında telefon dahil cihazlarını açık tutabilecekler.

      Anladığım kadarıyla şimdiye kadarki yasak tedbir niteliğindeydi. Testler sonucunda tek bir cihazın uçak elektroniğini etkilemediği anlaşılmış da olsa, yüz cihazın aynı anda WiFi ve mobil şebeke sinyali göndermesinin sonuçları bilinemediğinden, emniyetli olmayı tercih ediyorlardı.

      Verdiğiniz linkteki yorumlar bana mantıklı geliyor. Özellikle 2001’den sonra daha da sıkılaşan hava güvenliği kurallarıyla, eğer mobil cihaz kullanımının uçaklar için tehlikeli olduğu ispatlansaydı yolcuların kabine telefon sokmasına izin verilmezdi.

      Beğen

      • Bazi havayollari bahsettiginiz yeni duzenlemeyi hemen benimsedi ve yolcularin inis ve kalkislarda dahi elektronik cihazlarini acik tutmasina izin verdi. Ancak verdiginiz linkte de yazdigi gibi henuz telefonla konusmaya izin verilmiyor. Eskiden otobuslerde bile kapattiriliyordu, bence ileride ucaklarda da sikinti olmadan kullanilabilecek.

        Beğen

  5. Fevzi BAŞTÜRK 22 Kasım 2013 11:28

    Cep telefonları kanser yapmıyor diyelim, peki göz sağlığına zararı yok mu? İnsanları toplum içinde bir yerde otururken sosyalleşmeden, bırakın 2 laf etmeyi söylenenleri anlamadan uzaklaştırmıyor mu? Dikkat dağınıklığı ve gerçek dünyadan kopup neredeyse yemeden, içmeden, hareket etmeden sanal dünyada yaşamaya itmiyor mu? Yada en azından fayda-zarar; amaç-araç ilişkisini tam kuramayan çocuklar ve gençlerde gerçek yaşamın kaybedilmesine sebep olmuyor mu? Bence asıl önemli olanlar bunlar.

    Beğen

    • Çok doğru sorular. “Kanser” deyince büyük ve yersiz bir panik kopuyor, ama cep telefonunun asıl sakıncaları ve tehlikeleri başka tarafta.

      Telefonla konuşmak veya internet gezmek “dikkat körlüğü” denen bir duruma yol açıyor. İnsan zihninin dikkat kapasitesi çok sınırlı. Dikkatini konuşmaya veya ekrana bakmaya veren birisi, gözünün önündeki çok olağandışı şeyleri bile göremiyor.

      Bir araştırmada tek tekerlekli bir bisiklet üzerinde dolaşan bir palyaçonun yakınından geçenler incelenmiş. Telefonla konuşarak yürüyenlerin sadece dörtte biri palyaçoyu görürken, kontrol grubundakilerin yarısı palyaçoyu görebilmiş. Yani, dikkatimiz zaten sınırlı iken, telefonla konuşmakla tam anlamıyla at gözlüğü takıyoruz.

      (Konu hakkında İngilizce bir blog yazısı: http://theness.com/neurologicablog/index.php/have-you-seen-this-clown/ Bu bilgi için Çağrı Yalgın’a teşekkür ederim.)

      Hele bu at gözlüğünün trafikte takıldığını düşünün. Direksiyon başında telefonla konuşmak kaza riskini içkili olmak kadar artırıyor. Mesele elin telefonla meşgul olması da değil. Zihnin konuşmaya odaklanması dikkati yoldan ayırıyor. Bu etki araçtaki yolcuyla konuşurken ortaya çıkmıyor; muhtemelen yolcunun trafiğin tehlikeli olduğu durumda susması sebebiyle.

      Bu açıdan bakıldığında cep telefonları tehlikeli. Umuyorum yukarıdaki yazı, odaya kaktüs koymakla veya kulaklık takmakla tehlikenin ortadan kalktığını sananlara, asıl sorunun nerede olduğunu hatırlatmaya yarar.

      (Ek: Kardeş sitemiz Açık Bilim’den: Cep telefonu bağımlısı mısınız? http://www.acikbilim.com/2013/03/dosyalar/asiri-cep-telefonu-kullaniyorsaniz-dikkat.html )

      Beğen

  6. İnternette gezinirken bu konuyla ilgili, Tübitak tarafından hazırlanmış bir SSS’ye rastladım. Onlar da sizinle aynı fikirdeler, bakmak isteyen varsa şuradan ulaşabilir :

    gsm.pdf erişimi için tıklayın

    Beğen

  7. Uzun yıllar cep telefonu kullanmış biri olarak diyebilirim ki cep telefonu radyasyonu kanser yapmayabilir fakat yaptığınız konuşmaların içeriği sizi kanser edebilir.

    Beğen

  8. Türkiye’de bir “baz istasyonu” karşıtlığı mevcut, halbu ki baz istasyonu kişiye ne kadar yakınsa maruz kalacağı elektromanyetik dalgalar o kadar az olacaktır. Bunu Türkiye’de ki bilim adamları halka anlatmaya çalışıyor ama halk bir türlü anlamamak da direniyor!

    Kişi baz istasyonundan uzaklaştıkça elinde ki cep telefonu uzakta ki baz istasyonuna çok daha güçlü sinyal göndermeye başlıyor! Bu hem pilinin daha çabuk bitmesine neden oluyor hem de telefonun yaydığı elektromanyetik dalganın çok daha güçlü olmasına neden oluyor.

    Apartmanlardan “kanser yapıyormuş” diye sökülen inanılmaz sayıda baz istasyonu mevcut.

    Hurafenin daniskası!

    Beğen

  9. ebru yücetürk 27 Ağustos 2014 16:47

    Merhaba, konuya benden de katkı olsun…
    Aşağıdaki linke bir göz atınız derim.
    http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S2213879X14000583

    Beğen

  10. Ben de bunu eklemek isteerim
    http://www.medscape.com/viewarticle/834888
    Long-term Cell Phone Use Linked to Brain Tumor Risk
    Tek bir çalışma; ve expertler şu yorumu da eklemişler:
    However, a group of experts says that the study is seriously flawed, and declares that it should be “condemned as misleading spin.”

    Yine de bir pediatrist olarak bu konuda endişelerim var. Ve bence bu konuda kesin konuşmamakta fayda var.
    Ben henuz tekip ettiğim ailelere kanser yapar gibi bir vurguyu sokmasam da çocuklarının hayatlarından mumkun olduğunca uzak tutmalarını ogutluyorum.
    Zaten bu “screen time” olayının başka ve ispatlanmış bir çok zararı var.

    Beğen

  11. Risk for Glioma Triples With Long-Term Cell Phone Use
    CLINICAL CONTEXT
    During the last decade, there has been a dramatic global increase in wireless communication use, resulting in greater exposure to radiofrequency electromagnetic fields (RF-EMF). Health risk concerns center on the brain, which is the main target of RF-EMF during use of mobile or cordless phones.

    Some evidence suggests the possibility of increased brain tumor risk associated with use of wireless phones, but findings to date have been mixed and inconclusive. The International Agency on Research on Cancer (IARC) at the World Health Organization concluded that RF-EMF exposure is “possibly” a human carcinogen.

    Güncel olarak bunu da ekliyorum.
    Bence Cep telefonlarının RF veya elektormagnetizmanın kanser yapmadığı konusunda çok iddialı olmamak lazım. bu konuda araştırma yapmak çok zor çünkü dataları analiz etmek çok zor olacaktır, ama carl sagan’ın dediği gibi “absence of evidence is not evidence of absence”

    Beğen

    • Kaynak belirtmemişsiniz. Aktardığınız metinde yazıda zaten cevapladığımız şeylerin ötesinde bir yeni bir bulgu göremedim. “Possibly” kelimesi de, ilgili raporu okursanız pek kuvvetli bir bağıntı bulunamadığında kullanılan bir terim.

      Bu konudaki araştırmalar başka araştırmalardan daha zor değil. Nitekim pek çok araştırma var (yazıda anlattım), verilerin analizi de pek güzel yapılmış.

      İddiamız bilimsel çalışmaların gösterdiği delillerle sınırlı. Birkaç yıl sonra mevcut olanlardan daha kapsamlı ve güçlü istatistikler toplanır da, zararlı olduğu gösterilirse elbette fikir değiştiririz.

      “Delilin yokluğu, yokluğun delili değildir” prensibine söylediğiniz bağlamda harfiyen uyacaksanız, kaybolan anahtarlarınızı ararken ilk girdiğiniz odadan hiç bir zaman çıkmamanız gerekir. Öyle ya, anahtarınızı o odada bulamamanız, orada olmadığının delili değildir.

      Carl Sagan bu sözü, “appeal to ignorance” safsatasını eleştirmek için kullanmıştı. Mesela, “EM dalgalarının zararsız olduğunu kesin olarak kanıtlayamıyoruz, o zaman zararlı olmalılar” ifadesinde bu safsata vardır.

      Beğen

  12. Yazınızı büyük bir keyifle okudum. Dediklerinize harfiyen katılıyorum. Cep telefonu- kanser olayı henüz çözülmüş değil, bir çok kurum daha çok araştırma yapılması lazım şeklinde yorumda bulunmuş. Bazı kişiler bu odada anahtar yok demiş. Otoriteler anahtarın bu odada olduğunu düşünmüyoruz, ancak oda büyük ve halen geniş kapsamlı olarak araştıran guruplar var demişler. Akademik makaleler “daha çok çalışma gerekli” şeklinde biter. Bu konuyu biraz böyle görüyorum. Ceşitli cohort (COSMOS, Mobi-Kids) ve case-control çalışmaları birkaç yıl sonra sonuçlanacak. Sanıyorum ondan sonra bu konuda daha net konuşulabilir. CEp telefonunun Kanser yaptığını düşünmemek ile birlikte,bilimin ışığında bugün bildiğimiz ve uyguladıklarımızın yarın tam da doğru olmayabileceğini yaşıyor ve görüyorum. Yazınız beni bilgilendirdi, araştırmaya ve okumaya yöneltti. Bu bağlamda da bilimsel veriler ışığında yazmış olduğunuz yazıda emeğinzie sağlık diyorum.
    “I worry that, especially as the Millennium edges nearer, pseudo-science and superstition will seem year by year more tempting, the siren song of unreason more sonorous and attractive.” C. sagan

    Beğen