Kaya tuzunun dayanılmaz doğallığı

rock-salt-light-975013_960_720

Üniversitenin kapısının hemen dışındaki dev çınar ağacı baharın gelmesiyle canlanmıştı. Yaprakları güneş ışığında parlıyor, gölgesindeki ahşap masalarda oturan öğrenciler karton bardaklardan çay içerek sohbet ediyorlardı.

Kır sakallı, orta yaşlı bir adam ceketini kolunda taşıyarak çınar ağacının altındaki kafeye geldi. Boş masalardan birine oturdu. Oturur oturmaz ince belli cam bardakta demli çay önüne geldi.

“Hoşgeldin Burhan hocam. Erkencisin bugün.”

“Hoşbulduk Hasan. Hava çok güzel, ofiste oturacağıma burada oturayım istedim.”

Çayından bir yudum aldı.

“Bana bir kaşarlı tost yapıver oğlum. Bir de duble espresso. Kafam kazan oldu bugün derste.”

“Tamam hocam. Hemen geliyor hocam.”

Hasan büfeye koştururken Burhan çantasını açtı, birkaç makale çıkarıp masaya koydu. Tam okumaya başlamışken yanıbaşından bir ses geldi.

“Hocam? Profesör Burhan Aladağlı siz misiniz?”

Burhan keyifsizce başını kaldırdı. Takım elbiseli, genç sayılabilecek bir adam dikiliyordu yanında. Elinde büyükçe bir çanta vardı.

“Bölüm sekreteri sizi burada bulabileceğimi söyledi hocam” diye devam etti adam. “Ben Tüzün Tuzbuzederoğlu. Anadolu Kayatuzu A.Ş.den geliyorum. Telefonla konuşmuştuk.”

“Hatırladım” dedi Burhan, “ve ürünlerinizle ilgilenmediğimi söylemiştim.”

Tüzün hiç istifini bozmadı. “Ben yine de size şahsen bir tanıtım yapmak istedim. Eminim ki kaya tuzunun mucizevi özellikleri sizin gibi seçkin bir bilim adamının gözünden kaçmayacaktır.” Burhan daha ağzını açamadan hızla ekledi. “Kesinlikle zahmet değil hocam, size ürünümüzü tanıtmak benim için bir keyif olacaktır.”

Eğilip çantasını açtı. İçinden çıkardığı karpuz büyüklüğünde, pembe-beyaz, kristalimsi bir kütleyi masaya koyuverdi.

Burhan gözlerini devirdi, derin bir nefes alıp “Tüzün bey, buraya kadar bana bir parça kaya tuzu satmaya mı geldiniz? Güzel birşey olsa sırf dekorasyon olsun diye alırdım ama bu çirkin şeyi evime sokmam bile.”

“Hayır, satın almanız gerekmiyor sayın hocam. Hediyemizdir. Siz sosyal medyada etkili, tanınmış bir bilim bloggerisiniz. Bu numunemizi bir kez kullanınca kaya tuzunun benzersiz iyileştirici etkilerine şahsen şahit olacaksınız zaten. Belki sonra bir yazı yazmak istersiniz bu konuda.”

Burhan huysuzca “Ne?” diye terslendi. “Bu kaya karşılığında reklamınızı mı yapmamı istiyorsunuz?”

“Yok hocam, estağfurullah. Bilimsel görüşünüzü yazın sadece, biz de tanıtım broşürlerimize koyalım. On yıllık kaya tuzu ihtiyacınızı da hemen evinize teslim edelim.”

Hasan’ın tost ve espressoyu masaya koymasıyla laf bölündü. Burhan “Acaba ne içeceğini sorsam mı?” diye geçirdi içinden, ama vazgeçti. Adamın yapışkanlığından rahatsız olmuştu, başından kibarca nasıl savabileceğini düşünüyordu.

Bu arada çevredeki gençler ilgiyle kocaman tuz kayasına bakıyorlardı. Tüzün’ün pazarlama numarasıydı buydu demek ki, merak uyandırmayı iyi biliyordu. “Bir şekilde ipliğini pazara çıkarmam lazım” dedi Burhan kendi kendine, yoksa başkalarını kandıracaktı.

“Tüzün bey, ben yazılarımda sadece, doğruluğuna ikna olduğum gerçekleri yazarım. Söylediğim her şeyin delilinin, ispatının olması gerekir. Yanlış olduğunu bildiğim bir şeyi doğruymuş gibi anlatamam.

“Sizin tanıtım broşürlerinize baktım. İpe sapa gelmeyen, bilimsel gerçeklerle ilgisi olmayan, mesnetsiz iddialarla dolu. Sırf satış yapmak için kaya tuzuna bilim dışı, hatta akıl dışı bir sürü mistik özellik yüklüyorsunuz. En önemlisi de, fazla tuz tüketmenin zararını küçümsüyorsunuz. Tuzun zararının sadece rafine etme işlemindeki süreçlerden ortaya çıktığını, pazarladığınız kaya tuzunun ise rafine edilmediği için sağlığa zarar vermediğini iddia ediyorsunuz. Bunlar düpedüz yalandır, hem de insanların hayatını tehlikeye atan yalanlar.”

Tüzün bozulmuştu. “Hocam, yalan olur mu, yani bir inceleseniz…”

“Gayet iyi inceledim. Kalp, böbrek hastalarına zararı yoktur, tansiyonu yükseltmez diyorsunuz. Rafine tuzun zararlarını sıralayıp, kaya tuzunda bu zararların olmadığını söylüyorsunuz. Bu büyük bir yalan. Sırf malınızı satabilmek için uydurduğunuz bu yanıltıcı propagandayla, size inanan tansiyon hastalarının ölümüne sebep olabileceğinizi hiç düşünmüyor musunuz?”

Tüzün cevap vermek için ağzını açar gibi olmuştu ki, Hasan atıldı.

“Hocam, neden yalan? Annem de tansiyon hastası, televizyondaki doktorlardan duymuş bu tuzu, almak istiyor.”

“Hasan, kaya tuzu denen şey, yediğimiz sofra tuzunun başka minerallerle karışmış hali. Çok eski çağlarda kurumuş denizlerin yeraltında bıraktığı kalıntıdan elde ediliyor. Lise derslerinden hatırlarsın, yediğimiz tuz sodyum ve klor atomlarının bire bir bileşimidir; sodyum klorür diye anılır. Kaya tuzunun yüzde doksanbeşi sodyum klörürdür, gerisi de başka mineraller. Rafine tuzdan tek farkı yüzde beş oranındaki katışıklıklar. Mesela önümde duran bu kayanın pembeliği, tuzun içine karışmış olan demir oksitten geliyor. Bildiğimiz pas yani.”

“Pas mı? Hocam tetanoz oluruz yani bunu yersek.”

“Yok” dedi Burhan. “Demir oksit tetanoz yapmaz, sağlığa zararlı bir etkisi yoktur.” Dürüstlüğü için kendine kızdı içinden, niye karşı tarafın avukatlığını yapıyordu ki? Ama bir yalana karşı başka bir yanılgıyı teşvik etmeyi içine sindiremiyordu.

“Hocam tuzumuz yüzde yüz doğaldır.” diye araya girdi Tüzün. “Doğada bulunabilecek en saf kaya tuzudur bizimki. İkiyüz milyon yıl önceki temiz çevrede oluşmuştur.”

“Birşeyin ‘doğal’ olması iyi ve zararsız olduğunu göstermez. Pek çok mantar cinsi doğaldır, ama zehirlidir. Kaldı ki, kaya tuzunu rafine ederek saflaştırdığımızda doğallığını yok ediyor değiliz. Tuz yine sodyum klorür, aynı atomlardan oluşuyor. Sadece içine karışmış diğer maddeleri ayırıyoruz.”

Hasan yine girdi lafa: “Yani rafine tuz kaya tuzundan daha mı saf hocam?”

“Aynen öyle Hasan. Hem zaten ikiyüz milyon yıl önceki çevrenin temiz olduğunu nereden bileceğiz? Bunlar deniz dibine çökelmiş maddeler. O zamanki suda ne varsa hepsi karışmış.

Tüzün’ün pes etmeye niyeti yoktu. “Hocam, siz bir bilim adamısınız. Doğal besinlerin rafine olanlardan daha faydalı olduğunu nasıl bilmezsiniz? Beyaz şekerden, beyaz undan kaçınmak lazım demiyorlar mı? Bizim tuzumuzda insan vücudunun ihtiyaç duyduğu bütün mineraller mevcut. Oysa rafine edilen tuz sanayi ürünüdür, dahası içine iyot katılmaktadır. Fazla iyotun ne kadar zararlı olduğuna dair makaleler göndereyim size, okuyun.”

Burhan sakince dinledi. Bütün bu safsataları daha önce de duymuştu. Bu işten para kazanan birinin bilimsel kanıtlarla fikir değiştirmesini beklemiyordu zaten.

“Zahmet etmeyin. Öncelikle, bilim adamı olmam sizin gözünüzde bir ağırlığa sahipse, o zaman hoşunuza gitmeyen sözlerim de aynı ağırlığı taşımalı. Ama benim bilim adamı olmam veya olmamam önemli değil. Önemli olan bilimsel verilerin ne gösterdiği.

“Doğallık ve rafinelik konusunda kafanız karışık. Evet, un ve şeker gibi besin maddelerini rafine etmeden, kepekleriyle tüketmek daha sağlıklıdır. Saf haldeki karbonhidratlar kan şekerimizin çok hızlı yükselip düşmesine sebep olurlar, bu da yağlanmaya ve diyabet tehlikesine yol açar. Buna karşılık kepekli undaki posa, şekerin kana karışmasını yavaşlatır, bu sayede dalgalanmalar olmadan metabolizma şeker dengesini kurar.

“Tuzda ise böyle bir mekanizma yok. Sodyum ve klor iyonları suyla beraber kalın bağırsağımızda emilirler. Tuzu başka minerallerle karışık olarak almak onun emilimini ve metabolik etkilerini değiştirmiyor. Fazla tuzun her hali zararlı, rafine olsun olmasın.”

Tüzün atıldı: “Evet hocam, biz fazla tuz tüketilsin demiyoruz zaten. Ama sanayi süreçlerinden geçmiş rafine tuzda, doğal kaya tuzunda bulunan diğer mineraller bulunmuyor.”

“Yine doğallık safsatası” diye mırıldandı Burhan. Hasan’a döndü: “Oğlum, bir bardağa musluktan su doldurup getirir misin rica etsem?”

Beklerken espressosundan bir yudum aldı. Delikanlı suyu getirip önüne koydu.

“Bakın,” diye devam etti, “bu su filtrelerden geçirilmiş, pislikleri ayrılmış. Neden deredeki doğal, çamurlu, mikrop ve parazit dolu suyu içmiyoruz? Sanayi çağının çevre kirliliği demeyin. Eski çağlarda, sanayi kirliliği yokken de insanlar dere suyu içince hastalanıp ölüyorlardı. Sağlığımız için suyu doğadaki haliyle değil, süzerek, kaynatarak, klorlayarak kullanıyoruz. Doğadan gelen her şey sağlıklıdır demek yanılgıdır. Doğanın bize faydalı olmak, bizi hayatta tutmak gibi bir görevi yok.”

Dinleyenlerin bu örneği sindirmesi için bir an durakladı. Kahvesini tekrar yudumladı.

“Sizde, bir şeyin sanayi sürecinden geçerek saflaşmasının onun ‘ruhunda’ bir kirlenmeye yol açtığı gibi bir mistik anlayış seziyorum. Oysa rafine etme süreci çok basit. Şöyle ki…”

Burhan eğilip yerden bir tutam kum aldı, avcuna koydu, sonra masadaki tuzluğu alıp avucundaki kuma biraz tuz ekledi.

“Kumla tuz karıştı şimdi. Tuzu kumdan nasıl ayırırım?”

Avucundaki karışımı bardağın içine boşalttı.

“Bakın, tuz suda çözüldü, kum ise dibe çöktü. Kumu dipte bırakmaya dikkat ederek bu tuzlu suyu başka bir kaba aktarır, sonra altında ateş yakıp suyu tamamen uçurursam, kumsuz tuz elde ederim. İşte rafine etme süreci aynen böyle bir şey. Daha fazla saflaştırma için biraz daha incelikli yöntemler kullanılıyor, veya ısıtma yerine vakum kullanılıyor, ama ana fikir bundan ibaret.

“Başka ne demiştiniz?” diye devam etti. “Hah, vücudumuzun ihtiyaç duyduğu bütün mineraller kaya tuzunun içinde var diyorsunuz. Bunu bir pazarlama unsuru yapıyorsanız, sizin tuzunuzu makul ölçülerde tüketerek gündelik mineral ihtiyacımızı karşılayabileceğimizi ispatlamanız lazım.

“Meselâ, kaya tuzundaki potasyum miktarı ağırlıkça yüzde kaç?”

Tüzün hazırlıksız yakalanmıştı. “Iıı, şey, dilimin ucunda ama… Binde bir?”

Burhan cep telefonunu açıp internete baktı. Başını kaldırıp “Yüzde bir.” dedi. Bardakları kurulamakta olan Hasan’a döndü. “Hasan, senin hesabın iyidir. Bana bir hesap yap bakayım.”

“Buyur hocam.”

“Yetişkinlerin her gün 3,5 gram kadar potasyum alma ihtiyacı var. Kaya tuzunun yüzde biri potasyumsa, 3,5 gram potasyum için kaç gram tuz yemek lazımdır?”

Hasan durakladı, kurşunkalemiyle kağıda birkaç şey çiziktirdi. Burhan onu beklerken kahvesinden bir yudum daha aldı.

“Ha, kolaymış yahu!” dedi Hasan. “350 gram.”

“350 gram!” diye tekrarladı Burhan. “Yani koca bir paket. Günde üç gramdan fazla tuz almamız zararlı — hatta, peynir, zeytin ve diğer işlenmiş gıdalardan epeyce tuz aldığımızı düşünürsek, çok daha az tuz eklemeliyiz yemeklerimize. 350 gram ise bu azami miktarın yüz yirmi katı! Bu kadar tuz yemenin böbreklere, damarlara, hücrelerdeki iyon dengesine ne yapacağını hayal edebiliyor musunuz?”

Tüzün atıldı: “İyi de hocam, biz bu kadar tuz yiyin demiyoruz ki kimseye, yanıltıyorsunuz.”

“Yanıltan ben değilim, sizin tanıtım metniniz. Vücudun ihtiyaç duyduğu başka mineralleri de içerdiğini söyleyerek kaya tuzunun daha yararlı olduğunu söylüyorsunuz. Bu basit hesapla, kaya tuzunu uygun ölçülerde aldığımızda, diğer minerallerden kayda değer bir miktar almadığımızı gösterdik. Neyse ki dengeli beslenerek, yani ‘doğal yoldan’ neredeyse bütün mineral ihtiyacımızı karşılayabiliyoruz; başka desteğe ihtiyacımız pek yok.”

Tüzün fırsata saldırdı: “O zaman rafine tuza neden iyot katılıyor? Madem bütün ihtiyacımızı besinlerden alabiliyoruz, niye iyot gibi tehlikeli bir madde ekleniyor gıdamıza? Devlet eliyle zorlayarak hem de.”

“İyot, dediğimin istisnasıdır. Vücudumuzun çok az miktarda da olsa iyot almaya ihtiyacı vardır. Tiroid bezleri iyot kullanarak T3 ve T4 olarak anılan iki hormon üretirler. Bunlar, hücrelerimizdeki bütün enerji üretimini, yani metabolizmamızı yönetirler, çok kritiktirler. Denizden uzakta yaşayanlar, deniz ürünü yemeyenler yeterli iyot alamaz, o zaman da bu hormonlar yeterince üretilemez. Sonuç olarak guatr hastalığı, metabolizma düşüklüğü başgösterir. İyot eksikliği çeken annelerin çocuklarında gelişim bozuklukları ve zeka geriliği görülür.

“Tarihi kayıtlar, eski insanların iyot eksikliğinden çok çektiğini gösteriyor. Hani doğal beslenme, temiz çevre diyorsunuz ya, sağlık açısından pek fayda etmiyor onlar. Oysa tuza iyot katmaya başlandığından beri, iyot eksikliği hastalıklarının azaldığını görüyoruz. Buna rağmen bugün bile iki milyar insan yeterli iyot alamıyor.”

Hasan girdi lafa: “Bizim köydeki ihtiyarların hepsi guatrlı. Her ailede boyu da aklı da çocuk kadar kalmış en az biri vardır. Bizim kuşakta hiç görülmüyor ama.”

“Bravo Hasan. Yani tuza iyot katılması çok önemli bir halk sağlığı uygulamasıdır. Yüz milyonlarca canı kurtarmıştır. Zorunlu da değildir zaten; isteyen için iyotsuz tuz da bulunur marketlerde.”

“Peki fazla kaçar mı tuzdan aldığımız iyot? Zararı var mı?”

“Yetişkinlerin günlük iyot ihtiyacı yaklaşık 150 mikrogram, yani bir gramın onbinde birinden biraz fazla. Bir günde yiyeceğimiz tuz en fazla 3 gramdır; buna da bu kadar az miktarda iyotu kolaylıkla ekleyebiliriz. İyotun günde 1100 mikrogramdan fazla alınmaması tavsiye ediliyor. Bu miktara ulaşmak için ne kadar tuz tüketmemiz lazım, hesapla bakalım.”

“Bir dakika. 150 mikrogram iyot için 3 gram tuz lazımsa, 1100 mikrogram için… içler dışlar çarpımı… 22 gram hocam!”

“Evet, bu kadar tuz tüketiminden de zaten kaçınmamız gerekiyor.” Burhan derin bir nefes aldı. “Sadede gelirsek, bütün bunlarla anlatmak istediğim şu: Vücudumuzun her minerale veya besin maddesine ne miktarda ihtiyaç duyduğunu aşağı yukarı biliyoruz. Bunları sağlıklı insanlar dengeli beslenerek alabiliyor. Sağlık sebebiyle dengeli beslenemeyenler için de, miktarı doğru ayarlanmış besin destekleri, ne idüğü belirsiz rastgele mineraller içeren tuzlardan daha faydalı olacaktır.”

Tüzün yerinde kıpır kıpırdı, Burhan’ın tostundan bir ısırık almak için duraklamasını fırsat bildi. Kabadayıca bir edayla:

“Hocam siz öyle diyorsunuz, ama başka hocalar öyle demiyor. Mesela, geçen ay meşhur doktor Prof. Dr. Safinaz Safsatacıoğlu ilimizde bir konuşma yapmaya geldi. Rafine tuzun zararlarını, kaya tuzunun faydalarını anlattı. Siz de saygın bir bilim adamısınız, ama tıp doktoru değilsiniz. Bakın, konuşmasını broşürümüze bastık, göstereyim. ”

Burhan homurdandı. “Safsatacıoğlu mu? Hani her gün televizyona çıkıp, hekimlerin hemfikir olduğu herşeye zıt giderek ilgi çekmeye çalışan kadın mı?”

Broşüre göz gezdirdi. Şaşkınlıkla başını kaldırdı: “Bu sözleri bir tıp profesörü mü söyledi, emin misiniz?”

“Evet hocam, ben de oradaydım, dinledim. Çok alkış aldı.”

“Alır elbet.” diye mırıldandı Burhan. Okumaya başladı.

Kaya tuzu sağlıklıdır. Kaya tuzu en önemli bir mineraldir. Saftır, rafine olmamıştır. Rafine edilmemiştir. Hiçbir ek kimyasal ve çevresel kirlenme içermez. İnsan vücudunun ihtiyacı olan 92 elementten 84’ünü doğal olarak dengeli bir şekilde içermektedir. Doğal ve dengeli ömrü uzatır. Ömrü uzattığını zeytin ağacından biliyoruz.

“Ahahahaha!” diye bir kahkaha attı Burhan. Dinleyenler irkildi.

“Zeytin ağaçları 13 asır, 20 asır yaşıyorlar ve zeytin ağaçları kayalardan besleniyorlar. Zeytin ağacının kökü kayalardadır. Kayalardan beslendiği için ölmüyorlar. Zeytinde öyle, zeytin yağı da öyle, zeytin ağacının yaprağı da öyle kayalardan aldığı kaya tuzunun onlara sağladığı minerallerden ayakta duruyorlar. En önemli 84 element var ama en önemlileri bizim insan vücudumuzda makro dediğimiz, kalsiyum, demir, çinko, potasyum, magnezyum, bakır bunların hepsi kaya tuzunda var.”

Burhan acı bir şey yutmuş gibi yüzünü buruşturdu, iç çekti. Devam etti.

“Hazmı kolaylaştırır. Gaz gidericidir. Mide yanmasını önler. Gastriti önler. Vücuda giren minerallerin, hücrelerin içerisine girmesini hızlandırır. Vücudumuzdaki elektrolitlerin tuz dengesini sağlar. Kan dolaşımımızı uyarır, düzenler ve vücuttaki bütün hücreler mineralle çalışır. Böbreklerimiz, kalbimiz, akciğerlerimiz tuzla çalışır. Dengeli olması lazım. Vücudumuzda biriken toksit mineralleri redakte edilmiş diğer tuzların atılmasını sağlar. Kan basıncını düzeltir. Kan basıncını yükselten rafine tuzdur. Çünkü o solfür filörürdür.”

Gözlerini kaldırdı. “Redakte edilmiş? Solfür filörür? Böyle bilimsel terimler yok. Kıymetli hocanızın incilerini doğru şekilde yazmayı bile becerememişsiniz.” Cevap beklemeden okumaya devam etti.

“Rafine tuz mineral değildir ve o tehlikelidir. Acıkmayı önler ve tok tutar. Hastalandığımız zaman kaya tuzu ile yapılmış suyla eritilmiş bir gargara boğaz ağrılarını giderir. Nefes açıcıdır. Kaya tuzu mağaralarında astım tedavisi yapılıyor. Tuzlu su buharı ile astımlı, alerjik çocuklara, bronşite ve burunu ve nefesi açar. Kulak tıkanıklığı şikayetlerini azaltır. Banyonuza tuzlu su koyup içerisine girdiğiniz zaman evde yapılmış kaynak suyu gibidir. Eklem ve kas ağrılarını hemen giderir. Vücuttaki birikmiş ödemleri çözer. Özelikle adet öncesi ödemleri çözer. Adalelere ve eklemlere güç sağlar. En önemlisi bağışıklık sistemini güçlendirir. Solunum, dolaşım sistemlerini güçlendirir. Kemik ve bağ dokusunu güçlendirir. Ostiyogorozu önler. Metabolizmayı hızlandırır. Tuz lambaları ise oda havasını temizler.”

“Ostiyogoroz…” Broşürü elinden bıraktı. Birkaç saniye sessiz kaldı. Tüzün müstehzi bir ifadeyle ona bakıyordu. Burhan’ın sesini kesmenin keyfiyle arkasına yaslandı.

“Zırvanın daniskası!” diye gürledi Burhan. Dinleyenler irkildi. “Bir kere, saftır ve rafine olmamıştır birbirinin tam tersi ifadeler. Rafine edilmediyse saf değildir, saf ise rafine edilmiştir.

“İnsan vücudunun ihtiyaç duyduğu 92 element de ne? Dünyada doğal olarak bulunan zaten 94 element var. 92’ye kadar sayarsak uranyuma geliriz, arada radyum, kurşun, titanyum, polonyum, bizmut, altın, gümüş, sezyum, ve daha niceleri var. Bunlar mı vücudumuzun ihtiyacı? Helyum, neon, ksenon, kripton gibi hiç bir kimyasal tepkimeye girmeyen asal elementlere de mi ihtiyaç duyuyormuşuz? Biyolojik işlemler için sadece 29 elemente ihtiyacımız var, 92 değil.”

“Hocam, bir yanlışlık olabilir” diye atıldı Tüzün, “Safinaz hoca mineral demek istemiş olsa gerek.”

Burhan homurdandı. “Elementle minerali birbirine karıştırabilen birisi temel bilimden habersizdir, profesör olması bunu değiştirmez. Neyse, mineral demiş olsa bile yanlış, çünkü kaya tuzunda ne o kadar çok farklı mineral var, ne de olanlar dengeli olarak dağılmış. Ömrü uzatma meselesi de ayrı alem.”

Sakin olmaya çalışsa da zırvaların büyüklüğü karşısında sinirlenmişti Burhan. Sesini yükseltti:

“Zeytin ağacı kayada yetişirmiş, kaya tuzu alırmış, ondan uzun ömürlüymüş. Düpedüz hezeyan! Kayaya değil de yumuşak toprağa ekilen zeytin ağaçlarının ömrü kısa mıdır acaba diye bakmış mı? Topraksız, düz tuz kayası üstünde zeytin ağacı bitiyor mu? Yüzlerce yıllık çınar ağaçlarına ne buyrulur, onlar da mı kaya tuzu sayesinde uzun ömürlü oluyor? Hem biz zeytin ağacı mıyız? Gübre yiyelim o zaman, gübre de ağaçların ömrünü uzatır.”

Broşürü tekrar eline alarak devam etti.

“Tehlikeli abartılar dolu. Kan basıncını yükselten rafine tuzdur, çünkü o solfür filorürdür demiş — sodyum klorür dediğini ama yazıya yanlış geçirdiğinizi varsayıyorum –. Bu korkunç bir sorumsuzluk ve bilgisizlik. Kaya tuzunun %95’i zaten sodyum klorürdür, yediğiniz zaman vücutta aynı etkiyi yapar. Yanında eser miktarda başka mineralleri almak kan basıncınızı düşürmez.

“Bu zırvaya inanıp yemeğine bol bol kaya tuzu döken bir yüksek tansiyon hastası beyin kanaması geçirdiğinde bunun vebali hem sizin hem de Safinaz hocanızın üstündedir. Yazıklar olsun, iki alkış almak için insanların sağlığını tehlikeye sokuyor.

“Gerisine yorum yapmaya değmez, binbir çeşit saçmalık. İnternette kaya tuzu diye arama yapmış, ne kadar saçma iddia varsa toplamış, akıl süzgecinden geçirmeye zahmet etmeden size anlatmış. İddia edilen faydalardan birkaç tanesi gerçek olsa bile, aynı faydaların rafine tuzda bulunmadığını ispatlamadıkça ciddiye almaya lüzum yok.”

Broşürü masaya bırakıp artık soğumuş fincanı eline aldı.

Tüzün dişlerinin arasından “Hocam sizin uzmanlığınız nedir?” diye tısladı.

“Benim ne olduğumun önemi yok. Bilimsel değerlendirmeler masaya kartvizit atarak ve ‘ben daha iyi bilirim’ diye kabararak yapılmaz. Benim söylediğim her şey temel kimya ve sağlık bilgisi çerçevesinin içinde. İspatlanmış bilimsel verilerle konuştuğum sürece doktor veya kamyon şöförü olmam farketmez.”

Espressosunun son yudumunu içti, kağıtlarını çantasına koyup yarısı yenmiş tostunu eline aldı.

“Derse gitmem gerekiyor. Dediğim gibi, tuzunuzla ilgilenmiyorum. Hakkınızda bir yazı yazabilirim, ama bu sizin istediğiniz gibi bir yazı olmayacaktır, o yüzden bana herhangi bir hediye filan göndermeyin.”

Tostunu ısırarak hızlı adımlarla fakülteye doğru seğirtti.


Kaynaklar:

  1. Harriet Hall, Pass the Salt (But Not That Pink Himalayan Stuff). Science-Based Medicine https://www.sciencebasedmedicine.org/pass-the-salt-but-not-that-pink-himalayan-stuff/
  2. WHO Guideline: Potassium intake for adults and children http://www.who.int/nutrition/publications/guidelines/potassium_intake/en/
  3. American Heart Association: Reducing Sodium in a Salty World http://www.heart.org/HEARTORG/GettingHealthy/NutritionCenter/HealthyEating/Reducing-Sodium-in-a-Salty-World_UCM_457519_Article.jsp#
  4. WHO: Iodine deficiency disorders http://www.who.int/nutrition/topics/idd/en/
  5. https://pixabay.com/en/rock-salt-light-himalayas-minerals-975013/

About Kaan Öztürk

Fizikçi, veri bilimci, eski akademisyen.

52 Yanıt to “Kaya tuzunun dayanılmaz doğallığı”

  1. Espressosunu arada yudumlamasi sahane olmus dogrusu. Muthis. Espresso cunku. Yudum yudum.

    Beğen

  2. Aslında bir de “radyasyonunu alsın” diye keçi gibi kaya tuzu yalayan biri de var. O da az övmedi kaya tuzu kullanımını. Bir yazınızda da o iddialardan bahsederseniz faydalı olabilir. Çabalarınız için teşekkürler.

    Beğen

  3. Elinize sağlık, kaya tuzuyla ilgili iddialara ‘cum grano salis’ yaklaşmışsınız ve çok da güzel bir yazı olmuş.

    Beğen

  4. Eğlenceli olmuş ancak kaynaklara Canan Karatay’ı ekleseydiniz daha iyi olabilirdi.

    Beğen

  5. Çok teşekkürler harika yazı olmuş

    Beğen

  6. Güzel yazı olmuş teşekkürler, anlatım ayrı hoş.

    Beğen

  7. Semra Toprak 22 Aralık 2015 20:14

    erenyceylan, Dr.Safinaz Safsatacıoğlu size başkasını mı hatırlattı? 🙂

    Beğen

    • Acaba sorusu oluşturup google a sordum da, engin bilgilerinden yararlandıkları birini kaynaklarına eklememeleri ayıp olmuş, üstelik alıntı yapmışlar.

      Beğen

  8. Radyasyon konusunda eskiden kaktüsler vardı. Kaktüsler bu işi bıraktı sanırımç 3-4 senede bir yeni bir konu mankeni peydahlanıyor.

    Beğen

  9. Her zaman ki yalansavar hatalı bilgileri. Hangisini düzeltmekle başlayalım! Rafine tuzlar ile doğal tuzlar arasında çok büyük farklar var. Rafine tuzun %97.5’i sodyum klorür; geri kalan %2.5’inde iyot ve nem soğurucu kimyasallar var. Başlıca nem soğurucular kalsiyum karbonat, magnezyum karbonat ve Alzheimer hastalığına da yol açtığı söylenen alüminyum hidroksit. Bu kimyasallar tuzun serpilmesini kolaylaştırıyorlar, yani akıcılığını artırıyorlar. Yani tuz reklamlarında söylendiği gibi; akar, akar, akar…..

    Bu tuz rafinasyon işlemi sırasında 650oC sıcaklığa maruz kalıyor ve bu sıcaklık tuzun kimyasal yapısını bozuyor. Rafine tuz birbirinden ayrılmış kristallerden oluşuyor. Bu nedenle metabolize olması için vücudunuzun çok enerji harcaması gerekiyor. Aşırı rafine tuz aldığınızda su molekülleri sodyum klorür molekülünün etrafını sarıyor ve vücudunuz bunu nötralize etmeden hemen sodyum ve klorüre ayrıştırıyor. Bu işin oluşması için hücre içinden su çekilir ve hücreleriniz buruşuyor, bu arada tansiyonunuz da yükseliyor. Her 1 gram fazla sodyum için hücrelerden 23 gram su çekiliyor. Eğer fazla su içmezsek bu durum tansiyonumuzu yükseltirken hücrelerimizi de susuzluktan kurutuyor.

    Bilimsel açıdan doğal tuz kristalinin kendine has bir yapısı var. Diğer tüm kristal yapıların tersine, tuzun atomik yapısı moleküler değil, elektriksel ve tuzu değişken yapan faktör de bu.

    Tuz tansiyonu yükseltir’ söylemi fazlaca düz bir mantığa dayalı. Çünkü vücudumuz kapalı bir sistem değil. Böbreklerimiz var, yeteri kadar su içtiğimizde tuzun fazlasını atıyor.

    Vücudumuzda tuz azlığı varsa renin-anjiyotensin-aldosteron hormon sistemi aktive oluyor. Bu hormon sistemi böbreklerdeki dâhil bütün damarlarımızı büzerek idrarla sodyum kaybını azaltıyor, sodyumu tutuyor. Yani tuzu az tüketirsek damarlarımızı büzüşüyor; bu büzüme tuzu tutuyor ama tansiyonumuzu da yükseltiyor!
    (http://beslenmebulteni.com/beslenme/?p=1454)

    Beğen

    • Yorumunuz için teşekkürler. Yazdıklarınızı Burhan Aladağlı’ya gönderdim. Cevabını aynen aktarıyorum.

      Kaancım, aynı cümlelerin kaç değişik sitede tekrarlandığını sayamıyorum artık. Kopyala-yapıştır “yorum”ları niye ciddiye alıp cevap vermek istediğini anlamıyorum, ama seni kırmayayım. Belki merak edenlere bir yardımı olur.

      Rafine tuzun ağırlıkça %97 ila %99’u sodyum klorürdür. Ayrıca iyot kaynağı olarak potasyum iyodat (%0.005 oranında), ve topaklanma önleyici maddeler katılır. Yorumcunun söylediği gibi sodyum aluminosilikat (E554) katıldığı da olur, ama her zaman değil. Türkiye’de en çok bilinen markada silisyum dioksit ve E536 kullanılıyor mesela. Kalsiyum karbonat ve magnezyum karbonat da kullanılır ama bunlar genelde “doğallık” meraklılarına pazarlanan tuzlarda olur.

      Alüminyum ile Alzheimer ilişkisi net değil. Alzheimerlilerin beyinlerinde yüksek konsantrasyonda aluminyum bulunduğuna bakarak böyle bir ilişki kurulmuş. Ayrıca aluminyum hayvanlarda nörotoksik etki yapıyor, yani sinir hücrelerine zarar veriyor. Ancak, bu zarar, Alzheimer’lı insanlarda görülen nöron zararından farklı. Üstelik, aynı yaş grubu içinde Alzheimer olmayan insanların beyninde de yüksek miktarda aluminyum bulunmuş. Bu da aluminyum birikmesinin yaşla gelen birşey olduğunu düşündürüyor.

      Kaya tuzunu övmek için binbir çeşit mineral ve element barındırdığını söyleyenler, nedense onun içindeki maddelerin zararlı olup olmadığına bakmıyorlar. Kaya tuzunda aluminyum yok mu? “Her şey var” dediklerine göre evet. Peki ne kadar? Kim bilir. Diğer maddeler, mesela cıva, kadmiyum, radyum, uranyum? Aluminyum zararlı da bunlar değil mi?

      Mugalatayı bırakalım. Buradaki konumuz sofra tuzunun zararlarının ne olduğu değil, kaya tuzunun ona göre bir üstünlüğü olup olmadığı. Pratik açıdan hiç bir üstünlüğü yok. Üstün olduğu iddia edilen noktalar da çelişkiyle dolu (“rafine edilmemiştir ve saftır”a denk laflar).

      Off, daha ancak bir paragrafa cevap vermişim. Ne işler açtın be başıma!

      Tuzun 650 derecede rafine edildiği nereden çıktı bilmiyorum. Tuzu rafine etmek için tuzlu suyu kaynatırlar, veya vakum yaparak suyunu uçururlar. Bunların hiç birinde sıcaklık 650 dereceye çıkmaz. Tuzun kimyasal yapısı bozulmaz zaten. Suda çözülmüş halde iken zaten tuz diye birşey yoktur, sodyum ve klor atomlarının iyonları vardır. Bunları dünya üzerindeki hiç bir sıcaklıkta bozamazsın. Su gittiğinde bunlar elektrik yükleri nedeniyle birbirlerini çeker ve bir kristal oluştururlar.

      Rafine tuz da kristaldir, büyüteçle bakınca kolaylıkla görülür. “Birbirinden ayrılmış kristal” lafının hiç bir manası yok. Büyük kristali ufalarsan, bir sürü küçük kristal olur. Bunların metabolize edilmesinde daha çok enerji filan harcanmaz (zaten öyle olsaydı “doğal zayıflama tuzu” diye pazarlarlardı!). “Vücudunuz tuzu nötralize etmeden sodyum ve klorüre ayrıştırıyor”un ne demek olduğunu herhalde ancak söyleyen bilir. Tuz zaten su bulunan ortamda hemen iyonlarına ayrılır, “nötralize” filan olmaz. Tuz kristalinin küçük olması ise mesele, herhalde kaya tuzunu da olduğu gibi yutmuyoruz değil mi, ufalıyor ve çiğniyoruz.

      Böbreklerimiz var da, tuzun fazlasını atıyor he? Demek fazla tuz yemeyin diyen doktorlar hep böbreksizlere hitap ediyormuş. “Tuz azlığı” gibi bir sorun yaşayan kaç kişi vardır bilmem, ama tuz fazlasından muzdarip çok kişi var.

      Alacağın olsun, işi gücü bıraktım, temel fizik kimya bilgisi vermeye çalışıyorum (daha ne safsatalar var bu lafların devamında, rezonans frekansıymış, havadaki iyonlarmış). Adamlar şaman yahu, kaya tuzunun “ruhu” olduğuna, rafine edilince ruhun kaçtığına inanıyorlar. Doğal tuz kristalinin kendine özgü dediği iyonik kristal yapısı rafine tuzda da var, hatta daha da güçlü şekilde var. Bir madde ne kadar safsa kristalleri o kadar düzgün olur, eğer böyle bir şeye önem veriyorsan.

      Uzattık. Özetle de ki soranlara, tuz yemeyin kardeşim. Her şeyde bol tuz var zaten, fazlası da zararlı. Yediklerinize ne kadar az tuz eklerseniz o kadar iyi. Kilosu iki lira olan rafine tuz yerine illa ki kilosu sekiz lira olan kaya tuzunu yiyeceğim diyorlarsa, yesinler, afiyet olsun. Ama aralarında hiç bir fark olmadığını bilsinler.

      Cümleten iyi seneler.

      Burhan

      Beğen

    • faradundamarti 02 Ocak 2016 00:24

      Sayın ıskra bilimsel bilgi sürekli değişim gösterebilir.Sözünü ettiğiniz bilim insanının söylediklerinin yanlış olması onun saygıdeğer olmadığı anlamına da gelmez.Ama bir bilginin bilimsel olması için belirli zorunluluklar var.Örneğin 650 derece yazmışsınız.Ben baktım bir yöntemde 90 derece,tava yönteminde 200 derece.
      Kimyasal yapısı bozuluyor diye yazmışsınız.Tuzun kimyasal adı NaCl’dir.Bozulunca ne oluyor? Na2Cl mi ? Unutmayın ki kimyasal yapısı bozulan maddeler artık kendisi değildir.Örneklersek O2 oksijen iken O3 artık ozondur.
      Tuzu az alırsak tansiyonumuz yükselir şeklindeki kısım da tamamen yanlış.Hipertansiyonun %70-90’ı nedeni bilinmeyen primer hipertansiyon,geriye kalan kısmı da onlarca değişik nedeni olan sekonder hipertansiyondur.Yani öyle tuz almazsak renin yükselir ile pek açıklanamaz.Ayrıca doğada bulunan bütün besin maddelerinde sodyum ve klor bulunur.Eksikliği olanaklı değildir.Belki çok hızlı ve yoğun bir terleme sözkonusu olursa kısa süreli bir elektrolit eksiklği olabilir.
      Tansiyonu düşenlere tuzlu ayran içirmek te doğru bir yöntem değildir.Doğru olan sırt üstü yere yatırıp ayaklarını kaldırmaktır.

      Beğen

  10. Sofra tuzu kristallerinin büyütüldüklerinde nasıl göründüğünü merak edenlere:
    Sodium

    ayrıca sodyum klorürün kristal yapısı hakkında ‘düzgün’ bilgi almak isteyenlere şu açık bilim yazısını tavsiye ederim:
    http://www.acikbilim.com/2012/08/gorsel/ayin-fotografi-sofra-tuzu.html

    Beğen

  11. Yanıt için teşekkür ediyorum. Alıntılar rahmetli Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın bir yazısındandı. Hiçbir kapitalistle para ilişkisinin olmadığı, sitesinde halk sağlığı konusunda ücretsiz danışmanlık veren saygıdeğer bir bilim adamıydı kendisi. Biraz daha saygı lütfen. Yaşasa safsata mı değil mi herhalde yanıtını verirdi. Bir yazının alıntı olup olmaması değil içeriği önemlidir. Ahmet Aydın da tuz tansiyon ilişkisini “safsata” olarak değerlendiriyordu! Bu iddianın tartışmalı olduğunu söyleyen, bir mit olduğunu söyleyen yabancı kaynaklar da var.

    Mesela: http://www.health-report.co.uk/sodium_chloride_salt_myths1.html

    Bu kaynakları da ekleyerek bu iddiaları aktarmak istiyorum. Burhan bey isterse yanıt vermesin!

    (Yalansavar’ın notu: Yorumun geri kalanı, yorumcunun daha önce bağlantı verdiği siteden alınan çok uzun bir metnin aynen kopyalanması olduğu için kaldırılmıştır. Lütfen yorumlarınızı kendi cümlelerinizle yapınız, veya kaynağa bağlantı veriniz.)

    Beğen

  12. Kaancım, burhan abin kendi aleyhine yazılan yazılara kes yapıştır muamelesi yaparken idiaları küçümsediğini zannediyor Burhan abin böyle dediğine göre tüm yazılarında oranları belirtiği bilgileri kendi laboratuvarın da yapmış zannedersin lakin kendisi bu bilgileri kesmeyip yapıştırmamış mı tekrar elden mi girmiş bir soru ver bakalım

    Beğen

  13. Burhan Aladağlı yılbaşı tatiline çıktığı için bundan sonraki yorumlara benim cevap vermemi rica etti.

    Öncelikle, kes-yapıştır meselesi: Yalansavar yazıları belli bir araştırma sürecinin ürünü. Yazarlarımız bilgileri kafalarında harmanlıyor, yapabildikleri en iyi şekilde kendi cümleleriyle ifade etmeye çalışıyorlar. Okurlarımız kendi bilgi birikimleri ve ifadeleriyle bazen muvafık, bazen muhalif yorumlar yaptığında mutlu oluyoruz, çünkü bu yorumlar bazen verimli bir tartışmaya dönüşüyor ve en az yazının kendisi kadar aydınlatıcı oluyor.

    Ancak kıymetli okurlarımızın bazıları, yazımızın önceden duydukları bazı şeylere uymadığını görüyorlar ve itiraz etmek için başka bir metni yapıştırıyorlar (ne kadar uzunsa itiraz o kadar güçlü!). Maalesef bu bir fikir tartışması doğurmuyor. Sadece, “ben buna aykırı birşey görmüştüm, buna değil ona inanmayı tercih ediyorum, ama ne olduğunu tam anlamadığım için kendi cümlelerimle savunamayacağım, en iyisi alıp buraya kopyalayayım” demek oluyor.

    Kopyalanan metne cevap vermekle de iş bitmiyor, sonra pat diye başka bir uzun metin kopyalanmış oluyor. Belki bir saatlik emeğe karşılık, beş saniyelik bir yapıştırma. Sonu yok. O yüzden, kendi hesabıma, yorumcunun kendi ifadelerinden oluşan yorumlara cevap vermeyi tercih ediyorum. Bu bana, muhatabımın savunduğu fikri anlamış olduğuna dair bir işaret veriyor. “Bir bilen”in sözlerinin yapıştırıldığı yorumlar ise tam tersine, otoriteye güven yanılgısına düşüldüğünün işareti.

    Samimi ifadelerine ve candan senlibenliliğine bakarak Umut Kemal’le eskiye dayanan bir tanışıklığımız olduğunu tahmin ediyorum ama maalesef çıkaramadım, beni affetsin. Dilerim artık harcıalem hale gelmiş temel bilimsel verileri aktarmak ile kes-yapıştır yapmak arasındaki farkı şimdi anlatabilmişimdir.

    İskra ikinci yorumunda “yabancı kaynaklar da var” derken kendisi bu kaynaları araştırmaya zahmet etmemiş, tek referansı olan Ahmet Aydın röportajındaki bir bağlantıyı kopyalamış. (Güvenilir bir kaynak değil zaten; ana sayfasına baktığınızda “doğal organik holistik sağlık” pazarlamasına yönelik bir site olduğunu görüyorsunuz.)

    Rahmetli Ahmet Aydın’ın iyi niyetli olması ne yazık ki akıl almaz bilimsel hatalar yapmasını engellememiş. Ona saygı talep eden iskra, bize hitap ederken “her zamanki yalansavar hatalı bilgileri” diye söze başladığına göre herhalde bizi o kadar saygıya değer bulmuyor. Önemli değil, saygı bahşedilmez, hak edilir. Biz de hak etmeye çalışalım.

    Tuz yüksek tansiyona yol açıyor mu açmıyor mu, ayrı bir Yalansavar yazısı olabilir. Bunu benden daha ehil olanlara bırakıyorum. Bu yazının konusu kaya tuzunun rafine tuzdan daha sağlıklı olduğu iddiası.

    Fazla sodyumun zararı varsa, kaya tuzu da en az rafine tuz kadar zararlıdır. Sodyumun zararı yoksa, rafine tuz da en az kaya tuzu kadar güvenlidir, çünkü ikisinde de aynı miktarda sodyum var.

    “Ama” diyor kayatuzcuları, “biri doğal, öbürü değil. Rafine tuz zarar verir, kaya tuzu vermez.” İşte safsata burada başlıyor. İskra’nın önceki yorumunda gönderdiği Ahmet Aydın röportajında tuz-tansiyon ilişkisinden bahseden kısımlarda tıp makalelerine bol bol atıf veriliyor. Ama kaya tuzunun rafine tuzdan daha sağlıklı olduğu iddiasına gelindiğinde bilimsel kaynaklar kuruyor, yok çünkü.

    (Verilen kaynaklar da düzgün değil zaten. Yazı içinde bazı yerlerde dipnot numarasıyla kaynak verilmiş gibi gösteriliyor, ama kaynak listesine bakınca atıf yapılan çalışmanın yazıda geçen cümleyle hiç alakası olmadığı görülüyor.)

    Röportajda önce fazla tuz almak zararsızdır deniyor, sonra da “işlenmiş gıdalarda aşırı tuz var, sağlığımız için sakıncalı” deniyor. Bunu çelişki olarak görmüyor, çünkü “doğal tuz”un zararsız olduğu gibi bir hayali benimsemiş.

    Aynı röportaj, temel bilim eğitimi almış hiç kimsenin söylememesi gereken zırvalarla dolu. “Tuzun titreşim frekansı aynı bizim bedenimizin frekansı gibi”, “Bedeniniz televizyon ve bilgisayarla doğal elektriğinin 20 misli frekansa maruz kalıyor. Bunların yaptığı tahribatı tuz lambaları ile azaltmak mümkün”, ve daha neler.

    Temel fizik ve kimya konularında net bir bilgisizlik gösteren bu ifadelere saygı duymak mümkün değil, söyleyenin niyeti ne olursa olsun.

    Beğen

  14. Ozan Kırım 28 Aralık 2015 15:49

    Burada, konunun doğru ya da yanlış olmasından öte çok ciddi bir şey var ve bunu sitedeki titr sahibi kişiler çok yapıyor. Hangi yazıya baksam neredeyse hepsinde onulmaz bir kibir ve “Açılın cahiller, biz geldik.” şeklinde hitaplarınız var. Bunu yaptığınız sürece, bence, haklı olsanız dahi çirkin görünüyor yazılanlar. Hatalı olabileceğiniz şüphesini daima çantanızda taşıyarak ve sağ duyulu yorum yapmaya davet ediyorum sizi.

    Liked by 1 kişi

  15. Asli kumru Dere 28 Aralık 2015 18:41

    Sayin kaan bey, cesitli ulkelerde tuzlar iyotlandiktan sonra artan hashimotolu hasta sayisi konusunda bir arastirmaniz var mi? Bu konuda pek cok doktorun aciklamasi var. Guatr olmayalim derken hashimoto mu oluyoruz? Elbette ki hashimoto nun tek bir sebebi yok, ancak tuzun iyotlanmasi ile hashimoto sikliginin arttigi konusu da mi yalan? Demissiniz ki isteyen iyotsuz kullansin. O kadar kolay degil, ekonomik marketlerdeki ekonomik boylar hep iyotlu. Ancak janjanli paketlerde, buyuk cogunlukla da begenmediginiz kaya tuzlarinda bulunuyor iyotsuz secenek.

    Beğen

    • Katkınız için teşekkürler. Doktor açıklamalarını değil de, klinik deneylere dayalı araştırma sonuçlarını paylaşırsanız bu konuyu hepimiz daha iyi öğrenmiş oluruz. Benim ilk taramayla edindiğim bilgiye göre Hashimoto hastalığı bir otoimmün hastalık, vücudun bağışıklık sisteminin tiroid bezine saldırıp tahrip etmesiyle ortaya çıkıyor. Sebepleri tam bilinmiyor, ama genetik ve hormonal faktörler ağır basıyor. Bu hastalığa yatkın bireylerin aşırı iyot tüketmesinin hastalığı tetikleyebileceği düşünülüyor. “Aşırı”nın ne kadar olduğunu henüz bulamadım ama iyot damlası alan, balık ve kelp gibi deniz ürünlerini çok tüketenlerin dikkatli olması gerektiği söyleniyor. Hastalığın Japonya’da keşfedilmiş olması bununla ilgili olsa gerek; Japonlar dünyanın geri kalanına göre çok yüksek miktarlarda iyot alırlar.

      Miktarları karşılaştırmak en doğrusu. Besinlerden ve tuzda günde ne kadar iyot alıyoruz, Hashimoto’nun tetiklenmesine yol açan miktar ne kadar? Eğer bu sayılar arasında büyük bir fark varsa endişeye gerek yok demektir.

      Su içmek gibi biraz. Fazla içilirse su da öldürür ama su içmeyin demez kimse.

      Çevrenizde iyot fazlalığı yüzünden hastalığı tetiklenen kaç tane Hashimoto hastası vardır bilmiyorum, ama iyot eksikliğinden kaynaklanan kretinizm dünya üzerinde çok büyük bir sağlık problemi. Bunu engellemek için iyotlu tuzu teşvik etmek çok önemli.

      İyotsuz tuz bulunamaması kötü bir şey. Herkesin keyfine göre seçebilmesi en doğrusu. Şirketlere bu konuda baskı yapabilirsiniz belki. Kaya tuzlarının nasıl iyotsuz olabileceğini anlamıyorum ama. Çökelmiş deniz tuzu olduğuna göre içinde muhakkak iyot vardır (hatta belki kaçınmak istediğiniz seviyededir). İyot tüketmeme amacıyla kaya tuzu alıyorsanız, laboratuar analizi istemenizi tavsiye ederim.

      Beğen

      • Aslı kumru Dere 29 Aralık 2015 13:58

        Sayın Kaan Bey;

        İlk bakışta bulduğum araştırma ve yorumların linki aşağıda bilginize sunulmuştur;
        http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/?term=High+Prevalence+of+Autoimmune+Thyroiditis+in+Schoolchildren+After+Elimination+of+Iodine+Deficiency+in+Northwestern+Greece
        http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/17199437

        http://wellnessmama.com/13234/iodine-bad-for-thyroid/

        Elbetteki hashimoto’nun tek sebebi tuzların iyotlanması değil, o da modern çağın arttırdığı hastalıklardan, ama hashimoto olduktan sonra insanları iyotlu tuza mahkum etmek de doğru gelmiyor bana. Bildiğim kadarıyla ekonomik boy tuzun sadece iyotlu olarak satılması tuz firmalarının tercihi değil, Sağlık Bakanlığı’nın yönetmeliği. Sağlıklı bakanlığı ile uğraş diyorsanız, ülkede iyotlu tuza gelinceye kadar pek çok problem var. Alırım” iyot ilave edilmemiş” kaya tuzumu. Zaten çalışan bir insan olarak her gün öğle yemeklerinde iyotlu rafine tuz ile pişirilmiş yemek yiyorum. Bu arada etrafımda kretinizm hastası olan kimseyi görmedim, ama hashimoto olan pek çok kişi var. Bu arada 15 yıllık tecrübesi olan endokrinolji doktoru olan bir arkadaşınız varsa lütfen sorabilir misiniz, 15 yıl önceki hashimoto hastası olan kadın hasta sayısı ile şimdiki kadın hasta sayısını kıyaslayabilir mi? Rafine iyotlu tuzu çok överken ülkede çok sayıda Hashimota hastası olan, ama bunu bilmeyen, bilse bile iyotlu tuzun onlar için zararlı olduğunu bilmeyen çok sayıda kişi olduğunu göz ardı etmemenizi beklerdim. Bu arada iyotsuz tuz doğru bir tabir değil haklısınız, “iyot ilave edilmemiştir” olarak satılıyor zaten, iyot ilave edilmemiş kaya tuzundaki doğasından gelen iyot miktarı ile iyot ilave edilmiş rafine tuzdaki iyot miktarı arasında çok ciddi bir fark olduğu konusunda yazı okumuştum, onun linklerine de sonra bakarım. Saygılarımla

        Beğen

      • Aslı Hanım,

        Gönderdiğiniz birinci makaledeki çalışma çok kısıtlı bir grupla yapılmış. Makalenin tam metnine ulaşamadım, ücretli. Herhalde siz okumuşsunuzdur; tartıştığımız konuyla ilişkisini özetlerseniz iyi olur. İkinci makale ise “retracted”, yani yayından çekilmiş. Bu da büyük bilimsel hatalar içerdiğini gösteriyor. Verdiğiniz üçüncü link makale değil zaten. En iyisi konuyla ilgili bir derleme veya meta-analiz makalesini okumanız. Biyoloji ve tıp araştırmalarının tabiatı gereği birçok çalışma sonradan yanlışlanır. Derleme makaleler bu çalışmalara toplu olarak bakar.

        Hashimoto genetik kökenli bir otoimmün hastalık olduğuna göre, “modern çağın artırdığı hastalıklar” ifadesi doğru değil. Modern çağda gelişen teşhis yöntemleri, azalan çocuk ölümleri ve uzayan ömür sayesinde daha çok görülüyor olabilir, ama modernlik kendi başına sebep olmuyor bu hastalığa.

        İyot eklenmesinin Sağlık Bakanlığı yönetmeliğinde bulunduğunu bilmiyordum. Doğrusu memnun oldum, çünkü halk sağlığı için bu tür ufak “ittirme”lerin faydası var. İyot eksikliğinin korkunç sonuçları iyi belgelenmiş durumda (etrafınızda kretinizm hastası görmemenizin sebebi de bu eksikliğin giderilmesi). 1980’lerde yapılan bir taramada Türkiye’de nüfusun %30’u gibi yüksek bir oranda guatr tespit ediliyor. Bu sebeple sofra tuzlarının iyotlanması zorunlu tutulmuş (sağlık sebebiyle iyot almaması gerekenler için üretilen küçük paketler hariç).

        Fazla olur mu sorusu için sayılara bakmalıyız: Bir yetişkinin günde 150 mikrogram tuza ihtiyacı var. Hamile kadınlarda bu ihtiyaç 220 mikrogram, emziren kadınlarda ise 290 mikrogram. Tuzdaki iyot katkısı %0.005 civarında. Günde üç gram tuz tükettiğinizde, 150 mikrogram iyot alıyorsunuz, yani ihtiyacın alt sınırında. Tiroid hastalıklarının riskini artıran iyot miktarı ise günde 1100 mikrogram ve fazlası. Japonlar gibi sürekli deniz ürünü yemiyorsanız bu kadar iyot almazsınız zaten.

        Rafine tuzu çok övdüğümü söylüyorsunuz. Ben rafine tuzu övmüyorum, sizin çok övdüğünüz kaya tuzunun rafine tuzdan farkı olmadığını söylüyorum. Kaç Hashimoto hastası vardır bilmiyorum, sayılara bakmak lazım. Ama zaten böylesine ciddi bir hastalığı olan insanlar doktorlarına sormak yerine benim lafıma bakacak değillerdir (inşallah). Benim söylediklerim normal bünyeler için geçerli.

        Beğen

  16. Geri dönnenize sevindim. Harika bir yazı.

    Beğen

  17. faradundamarti 01 Ocak 2016 16:12

    Yazı için teşekkürler.
    Bazı konularda bildiğim kadarıyla katkı sunmaya çalışacağım.Tuz tansiyon ilişkisi konusunda yanlış demiyelim ama eksik bir bilgi var.Sağlıklı bir böbrek fazla tuzu atabileceği için,sağlıklı böbreği olan bir kişinin fazla tuz alımı kan basıncını yükseltmez.Ama böbreği tam sağlıklı değilse tuzu vücuttan atamaz ve vücutta kalan fazla tuz hipertonik olduğu için damar içine su çekerek kan basıncını yükseltir.
    Haşimoto hastalığına gelirsek,bu otoimmün dediğimiz,vücudun savunma hücrelerinin kendi hücrelerini yabancı kabul edip saldırması sonucu gelişen bir hastalık.Birçok nedene bağlı olabilir ama çağımızda daha çok virus enfeksiyonlarından kaynaklı.
    Bu yazılara bağlantı ver derseniz veremem.Çünkü bunlar benim okulda 6 yılda edindiğim bilgiler.Yine okulda tüm hocalarımn verdiği bir bilgi var ki o da ister kaya olsun,ister rafine olsun tuz zararlıdır.Normal bir insanın dışarıdan ayrıca tuz gereksinimi yoktur.
    Bir kardiyoloji hocasının sırf duygusal nedenlerle televizyonlara çıkıp kaya tuzu sağlıktır minvalinde açıklamalar yapmasını da sağlığın piyasalaşmasına bağlıyorum.

    Beğen

    • Aslı kumru Dere 04 Ocak 2016 13:40

      Kaan bey, ücretli olan bölümü okumadım, derleme makaleler konusunda da vakit bulduğumda bakacağım. Bu arada kaya tuzunu övdüğümü söylemişsiniz, ancak ben bu yönde bir beyanda bulunmadım. Özetlemek gerekirse, ister iyotlu tuz kullanımı tetiklesin -ya da tetiklemesin ancak bir şekilde Hashimoto olsun- çok fark etmez -sonuçta toplumda iyotlu tuzdan zarar görmekte olan pek çok Hashimotolu var. Pek çok kişi Hashimotolu olduğunu da bilmiyor, bilse bile iyotlu tuzun onlara zarar verebileceğini bilmiyor. İyot ilave edilmemiş tuzun da en kolay bulunabileceği formun kaya tuzu olduğunu belirtmiştim. Yazınızda bu konuyu dipnot olarak belirtmenizin daha duyarlı bir davranış oalcağını düşünmekteyim. Demişsiniz ki” ciddi bir hastalığı olan insanlar doktorlarına sormak yerine benim lafıma bakacak değillerdir (inşallah)” Ben doktoruma sormuştum, ne yiyeyim, ne yemiyeyim. Kendisi de demişti ki , “ne yersen ye”. Ama ben araştırdığımda iyotlu tuzun Hashimoto için zararlı olabileceğini okuduğumda, bir sonraki sefere sordum : “Siz bana demiştiniz ki ne yersen ye, ama iyotlu tuz zararlı olabilirmiş”.Kendisi de dedi ki: “zaten sana ilaç veriyoruz, gerekirse dozu arttırırız” Yani durumum kötüleşsin, farketmez, ilacı arttırırız nasıl olsa. Bunu söyleyen doktorum , özel bir hastanede profesor. Devlet hastasinde günde onlarca hastaya bakmaktan, yorgun düşmüş, bezmiş kaç doktor hastasına bu konuda detaylı bilgi verir acaba? Hashimoto genetik kökenli hastalık olduğuna göre demişsiniz. Bunu derken beslenme ve diğer çevresel faktörlerin etkisi sıfır mı demek istediğiniz ? Evet, genetik yatkınlık sözkonusu. Ama kimyasal ve toksik maddelere maruziyet, katkı maddeli, koruyuculu işlenmiş hazır gıdalar, meyve sebzedeki kontrolsüz tarım ilacı kullanımı, gereksiz ve aşırı antibiyotik kullanımı, bebeklikten beri reklamlarla beynimize işleyen mısır şuruplu, vs hazır içecekler, 50 yıl önce hibridizasyonla verimi ve gluten miktarı artan buğday, ( nerdeyse her paketli gıdada gluten var, glutende overdose oluyoruz zaten) modern çağın getirdikleri değil mi? Kanser de öyle değil mi? Her genetik yatkınlığı olan kanser oluyor mu, yoksa beslenme, sigara ve bazı çevresel şartlar bi araya gelince mi açığa çıkıyor? Hashimoto tamamen genetiktir, başka hiç bir faktörle ilgisi yoktur diyen bir araştırma mı var? Paylaşırsanız gerçekten okumak isterim. Moderrn tıp, cerrahi ve enfeksiyonel hastalıklar konusunda çok çok başarılı. Ancak , bu konularda bu kadar başarılı olan modern tıbbın, iş kronik hastalılara gelince, “Bilmem ki, vücut yapıyor işte” diye geçiştirmesini ise hiç anlayamıyorum.

      Saygılarımla

      Beğen

      • Aslı Hanım,

        Fikrinize destek olarak sunduğunuz makale, kitap vb. yayınları okumuş olmanız gerekir. Siz kendiniz okumamışken bizim okuyup cevap vermemizi nasıl beklersiniz? Okumadığınız şeyleri destek olarak sunmak, “ben zaten fikrimi sabitledim, okumaya lüzum yok” demektir. İddianızın bu şekilde ciddiye alınması biraz zor.

        Haşimoto’nun sebepleri çeşitli, mesela faradundamarti virüs kaynaklı olduğunu söyledi. “Pek çok Haşimotolu” iddianıza sayısal bir veri sunmadınız. Bu rahatsızlıktan doğrudan etkilendiğiniz için sizin çevrenizde çok görmeniz doğal. Ama bu yazı kaya tuzunun abartılı ve akıldışı şekilde övülmesinin eleştirisidir, bu yüzden iyot-Haşimoto ilişkisiyle ilgisi yok.

        Haşimoto hastalığının nadirliğini ve iyotla ilişkisinin belirsizliğini, bir ilişki olsa bile çok yüksek dozlarda ortaya çıkacağını, buna karşılık iyot eksikliğinin herkes için büyük sağlık sorunları yarattığını göz önünde tutarsak, tuza iyot eklemenin yararının zararından çok daha fazla olduğu ortaya çıkıyor.

        Modern tıbba bu kadar tepkili olmak yerine, onun bulgularını dikkatlice incelemeyi tercih ederseniz Haşimoto’ya dair pek çok faydalı bilgi bulabileceğinizi tahmin ediyorum. En iyisi doktorunuzla konuşmanızdır.

        Sağlıklı günler dileğiyle.

        Beğen

  18. Tansu Çelik 11 Ocak 2016 10:05

    Ben de aşçılık programında öğretim görevlisiyim..Ben de farklı bir pencere açayım sizlere..Hayatları boyunca durmadan haşlayan, kızartan, tütsüleyen aşçılar pastacılıkta kullanılan tuz miktarına gramajı gramajına uyup ölçüde bir karınca boyu şaşmazlık göstermezken, ana yemek , sos, püre ve et çeşitlerinde tuz miktarını deneyimlenmiş damak tatlarına göre verirler ..Yani ana yemek reçetelerinde bile bunun çoğu kez gramajı olmaz el ayarı göz kararı olur ..Genel olarak rafine tuzu tüm ürünlerinde kullanırlarken et çeşitlerinin marinesinde farklı tuz kullanımına özen gösterirler (deniz-kaya-volkanik-kereviz tuzu ) gibi.. Tuz ayarı aynı zamanda aşçının kalitesinin göstergesidir..Restoranlarında masalara tuz koymayan lüks restoranlar bunu bize ifade eder ..Bizler de uygulama ile beraber öğrencilere teori veriyoruz çünkü yediğini içtiğini ve pişirdiğini tanımlayabilen öğrenciler yetiştirmeyi hedefliyoruz..Ama inanın yukarıdaki bilgileri okuyunca kafam karıştı tuz ile ilgili her şey fülfül taneleri gibi kafamın içinde dağıldı ..Ancak şunu iyi biliyorum ki aşçılık mesleğinde aynı malzemeyle çalışmak istikrar önemli ..Yani deniz tuzunun yemeğin içine giren gramajıyla rafine tuzun gramajı aynı değil ..Çünkü yemeğe verdikleri tuz reaksiyonu aynı değil yani bizler bir gün deniz tuzu bir gün kaya tuzu ile yemek yaptığımızda yemeğe atılan gramajı aynı olmaz ..Bizim meslekte de denge ve istikrar çok önemli …İçimden bunları paylaşmak geldi yukarıdaki yazılara göre az hafif kaçabilir ama tüm dünya insanlarının günde üç öğün yemek yediğini düşündüğümüzde pişen yemeklerdeki tuz miktarının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor ..Tuz ayarı kaçmış yemek kötü izlenim bırakıyor tat vermiyor .. Bir de hep çocukluğumdan bu yana ilgimi çeken TUZSUZ DELİ BEKİR tiplemesidir…Hem tuzsuz hem deli ve dahi düşündürücü değil mi ? Sevgiler Kocatepe’den

    Beğen

  19. onur çetinkaya 24 Ocak 2016 20:38

    canan karatay için hekimlerin hemfikir olduğu herşeye zıt görüş bildirip, ilgi çekmeye çalışan denmiş ama kolesterol ilaçları gibi bir çok konuda haklı çıktığını unutmamak gerek.Yazıya bir soru işareti koyuyorum bu nedenle.

    Beğen

    • Canan Karatay kim? Yazıda öyle birinden bahsedilmiyor.

      Birisinin bazı söylediklerinin doğru olması/çıkması, başka söylediklerinin doğruluğunu ispatlamaz. Hiç kimsenin her sözü tamamen yanlış değildir zaten. Birisinin bazı konulardaki haklılığı, başka durumlarda da haklı olduğuna dair bir güven oluşturabilir. Ama elimizdeki deliller otoritemizin söylediklerini yalanlıyorsa, ona bu konuda güven duymaya devam etmek artık akla uygun değildir.

      Nobel ödüllü kimyacı Linus Pauling, yüksek dozda C vitamininin soğuk algınlığına ve başka hastalıklara iyi geldiğini iddia ettiğinde birçok kişi başka konularda haklı çıktığı için ona inanmıştı. Sonradan yapılan dikkatli araştırmalarla aşırı dozda C vitamini almanın sağlığa olumlu bir etkisi olmadığı anlaşıldı. Yani, Nobel ödüllünün bile her dediğine inanmamak gerekiyor.

      Soru işaretiniz için teşekkür eder, devamını bekleriz.

      Beğen

      • onur çetinkaya 25 Ocak 2016 12:48

        Basit bir net araması ile eleştirdiğiniz ismi bulmak çok kolay. Ayrıca sadece bu konuda değil genel bir tenkit olduğu da gayet açık.
        Yazı için tskler, zevkle okudum ayrıca siz hatalisiniz gibi ne bir iddiam ne de düşüncem var.
        Başka yazılarınızı da görüşmek dileğiyle, iyi çalışmalar.

        Beğen

  20. Erhan Tunca 03 Şubat 2016 12:25

    Safinaz ! Hanımın tuzun tuzlu olduğu dışında söylediği her şey yalanmış demek ki.Bir daha okuyunca buna benzer bir şey bile yazmadığını fark ettim.Verdiğiniz bilgiler için teşekkürler.

    Beğen

  21. MERHABA ARKADAŞLAR. PEKİ ŞUNA NE DİYECEKSİNİZ. 47 YAŞINDAYIM VE YILLARDIR RAFİNE TUZLARIN YMEKLERE GEREKLİ TADI VEREMEDİĞİNİ BİLİRİM. BU YÜZDENDE SÜREKLİ OLARAK GEREKTİĞİNDEN ÇOK FAZLA TUZ KULLANMAK ZORUNDA KALMIŞSINIZDIR HEPİNİZ. AMA KAYA TUZUNDA DURUM BÖYLE DEĞİL. AZ BİR MİKTAR YETERLİ LEZZETİ VERİYOR. ŞİMDİ BEN BİR BİLİM ADAMI DEĞİLİM. BU İŞLERDEN ANLAMAM. AMA MERAK EDİYORUM. YETERLİ TADI VERMEDİĞİ İÇİN GERĞİNDEN ÇOK FAZLA KULLANILAN RAFİNE TUZMU DAHA ZARARLI, YOKSA AZ BİR MİKTAR KULLANILARAK YETERLİ LEZZETİ VEREN KAYA TUZUMU. AYDINLATIRSANIZ SEVİNİRİM. SAYGILAR.

    Beğen

    • Lezzet, kişinin kendi sübjektif algısı, ve kendi takdiri. Eğer kaya tuzunu az kullanmak size yeterli lezzet tatmini veriyorsa ne güzel. Yeter ki mucizevi etkiler beklemeyin.

      Beğen

  22. Tuzun hayatımızdaki önemini daha iyi anlamak için Turist Ömer uzay yolunda filmindeki tuz canavarını gözlemlemek yeterli. Dikkat ederseniz canavar rafine edilmiş içine iyot katılmış tuz yerine tamamen doğal olan insan terinden salgılanan tuzu yalıyordu. Bu bile Burhan Beyi çürütür, profesör Safinaz Safsatacıoğlu’nu haklı çıkarır.
    Saygılarımla.

    Beğen

  23. prof.safinaz zamanındada whey protein tozları yüksek miktarda trans yağ içeriyor, yerseniz kanser olursunuz gibi laflarla kafasına göre atıp tutmuştu bir televizyonda. şimdi buna denk geldim, gerçekten tam bir safsata profesoru

    Beğen

  24. Potasyum ve tuz örneğinizde çok saçma bir savunma yapılmış. Potasyum sanki sadece tuzda varmış gibi yaklaşmışsınız. İhtiyacımızın bir kısmı onda var diye çok az besinle beslenmek gerekirdi o zaman.

    Beğen

  25. “Doğanın bize faydalı olmak, bizi hayatta tutmak gibi bir görevi yok.”

    Yani biz tamamen çevreye göre evrildik. Besinlerle etki ettikleri organların ya da sistemlerin aralarındaki benzerliğe ne diyorsunuz o zaman.

    Beğen

    • Besinlerin etki ettiği organlarla benzerliği mi? Ceviz beyne, fasulye böbreğe iyi gelir gibi uydurmaları mı diyorsunuz? Yok öyle birşey. İlerideki bir yazımızda bunu konu edeceğiz. İnsanların benzerliklere büyülü anlamlar yükleme alışkanlığının bir örneği bu sadece.

      Beğen

  26. Iduna Pallida 30 Nisan 2016 19:56

    Yazıyı ve bütün yorumları okudum. Öncelikle çok hoş ve emek verilmiş bir yazı olmuş.

    Her yoruma özenle cevap verişiniz takdire şayan. İlkelerinizden ve bilimsellikten şaşmamışsınız ve bazı yorumcuların söylediğinin aksine kimi zaman fazlasıyla nazik ve hoşgörülü cevaplar vermişsiniz.
    Fikrî sabitlikten muzdarip kişilerin sizin uslûbunuzdan evvel kendi düşünme ve araştırma biçimlerini sorgulamalarında fayda var bana kalırsa.

    Sevgiler

    Beğen

  27. Yalansavar’ı ilk kurulduğu zamandan bu yana takip ederim. Oldukça bilgilendirici yazıları olmakla beraber bazen ilaç endüstrisini veya endüstriyel gıdaları savunmak adına ipin ucunu kaçırdığını düşünüyorum.

    Çizginiz objektif olmalı, takım tutmak zorunda değilsiniz.

    İnceleyelim;
    * Kaya tuzundan yapılma süs eşyalarının radyasyonu, elektromanyetizmayı soğurduğu veya havayı temizlediği safsatadır, NET.

    * Kaya tuzunun mineral ihtiyacını karşılayabileceği kısmen doğru olmakla beraber kimse hangi minerali ne kadar karşılayabileceği konusunda atıp tutamaz. Zira doğadan alınan biz tuzun bir gramındaki mineral oranı da diğer bir gramını tutmaz. Kısmen doğru olabilir, bir satış iddiası olamaz.

    * Kaya tuzunda iyot veya aluminyum türevi katkılardan çok daha zararlı bileşenler olabilir. Civa veya kurşunu listenin başına ekleyelim. Aluminyum alzheimer ilişkisi de tam netleşebilmiş değil. Kolesterol damar tıkanıklığı ilişkisi gibi balon çıkabilir (bu kısma kızacaksınız biliyorum)

    * Günümüzde nitelikli bir malzeme olmayan tuzun binbir farklı ambalajda veya himalaya tuzu vs. gibi egzantirik etiketlerde yüksek fiyata satılmasına da şahsen sinir oluyorum. Etik de bulmuyorum.

    Ancak;

    * Halk sağlığını gözetmek adına rafine tuzlar yerine zehirli mineral içeriği kontrol edilen “deniz tuzları” satılması çok daha sağlıklı olacaktır. Aksi iddianız varsa duymak isterim.

    * Toplum yumurtadır tereyağıdır kolesteroldür vs. yalanları (yalan değil diyeni bilim çarpar) yeteri kadar dinledi. Tuz da bir diğeri. Tuz öcü değildir, tüketimi ŞARTTIR. Böbrekleriniz sağlam olduğu sürece korkmadan tüketebilirsiniz. O aşırı tüketim denilen miktarlar sürekli aşağıya çekilmeye çalışılıyor. Daha az daha da az çook az…
    Tuz öcü hale getirilerek obsesif insanların tamamen tuzsuz diyetlere yönelmeleri için çaba gösteriliyor. Bu sağlıksız ve tehlikelidir. Tuz tüketmezseniz sinir sisteminden kaslarınıza kadar türlü sorun baş gösterir. İyot gereklidir ancak oranı azaltılmalıdır. Farmakoloji devlerinin tuza karşı açtığı kar odaklı savaşta da ekmeklerine yağ sürülmemelidir.

    Özetle ortalıkta mistik mucize olarak satılan tuzlardan ben de şahsen gerilmekle beraber, bunun alternatifinin içeriği denetlenmiş deniz tuzu olduğunu düşünüyorum. Hepsinden öte, tuza açılan savaşın ve onu öcü gibi göstermenin ilaç devlerinin rant odaklı samimiyetsiz bir manüplasyonu olduğunu düşünüyoum.

    Beğen

  28. Selam. Ganoderma lucidum, yani reishi mantarı hakkında da bir araştırma yapmanız mümkün müdür? Reishi mantarını toz haline getirip kapsullere doldurmuşlar, her şeye de iyi geliyormuş.
    Bu mantarın faydalı olduğu, binlerce yıldır kullanıldığı filan doğru gözüküyor fakat şu an piyasada kapsüle doldurulmuş formu kandırmacadan başka bir şey olamaz. Türkiye’de de ciddi bir piyasası var.
    Yakınlarıma açıklamak için araştırma yaptığımda google’da adının çokça arandığını gördüm. Bazı ingilizce akademik makaleler okudum, hakkında yapılmış birçok bilimsel araştırma da var. Bunlar ayrı bir tarafta dursun da mesele şu aslında, umut tacirleri bu uyduruk besin desteklerini ufalayıp kapsüle doldurmuşlar, her şeye iyi gelir diye satıyorlar.

    Beğen

  29. Benim Aydın’da zeytin ağaçlarım var… Dağlarda kendi kendine bitip büyüdüler. Aydın dağlarında özellikle Çine’de çok fazladır dağ zeytinleri. Başka illerde de var dağ ağaçları. Toprağın bir karış altı kayadır. Evet, kaya… Kayanın üzerinde yetişir zeytinler ve normal tarlalara ekilen zeytinlerden daha kaliteli bir yağa sahip olurlar. Biz bunu hep bilirdik de, kaya tuzundan kaynaklı olduğunu bilmezdik.

    Beğen

  30. Doğru bilgiler. Her şey dengeli olmalıdır

    Beğen

  31. Sezen KARAKAYA 03 Eylül 2017 00:41

    Prof. Dr. Canan KARATAY’da kaya tuzu içerisinde bazı minerallerin olduğunu dile getirmekte.

    Kaya tuzu içerisinde sağlığımız için gerekli olan pek çok mineral bulunmaktadır. Bu minerallerden bazıları:

    Kalsiyum
    Potasyum
    Magnezyum
    Manganez
    Bakır
    Çinko
    Selenyum
    İyot

    [Admin: Tuz lambası satan site linki admin tarafından engellenmiştir.]

    Beğen

  32. Albert Einstein 11 Mart 2018 11:13

    Safsatacıoğlu derken Canan Karatay dan bahsediyor. Evet, bu durumu bende gözlemledim, Canan Safsatacıoğlu’nun akıla, bilime, mantığa aykırı bir çok yazısı ve konuşması var. Bilim insanlarının uzun araştırmalar sonucu hemfikir olduğu bir çok konuya aykırı çıkışlarda bulunarak dikkat çekmek isteyen bir insan Canan Safsatacıoğlu.

    Kendisinin Harward kütüphanesine girebilen kitapları olması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü, Harward üniversitesi bir çok politikanın döndüğü, ülkeye döviz kazandırma amaçlı bir oluşuma dönüşmüş kurum haline gelmiştir. Harward üniversitesini ABD’de ki diğer üniversiteler ile karıştırmayın. Harward’ı tercih eden Amerikalı sayısı çok azdır. Genelde yurt dışından zengin ailelerin çocuklarını kabul eder. Asıl amacı ülkeye döviz kazandırmaktır, eğitim ikinci plandadır. Bunun tersini göstermek içinde işin arkasında inanılmaz bir PR vardır. PR ve döviz ile ayakta duran bir eğitim kurumudur Harward. Mesele sadece Canan Safsatacıoğlu’nun kitabı değildir, dört işlemde zorlanan Bilal bile Harward’a girmiş ve mezun olmuştur. Paran veya gücün varsa bu kadar kolaydır işte.

    O yüzden, kanal kanal dolaşıp magazin figürü haline gelmiş Canan Karatay’ın pardon Canan Safsatacıoğlu’nun bilime aykırı çıkışlarını iyice araştırmadan sakın dikkate almayın.

    Beğen

  33. Gerçekten karanlığa bir mum yakma düşüncesi çok olumlu bir düşünce.

    Podcast’inizi görünce hemen üye oldum. Hızlandırarak dinlememe ve konular çok ilgimi çekmesine rağmen, geyik muhabbetiniz hiç çekilmiyor.

    Geyikte ısrar ediyorsanız, bence konuyu anlattıktan sonra geyiğinizi yapın ki mum yanmaya devam edin. NOKTA.

    Yukarıdaki yazıyı size 3 sayfada da anlatabilirdim. Size kıyamadım.

    Beğen

  34. Şahane bir anlatım,alkışlıyorum. Keşke cahil insanlara bişekilde ulaşabilseniz. Sevgiler, bilmek güzeldir.

    Beğen

  35. Elinize sağlık üstat.

    Beğen

Trackbacks/Pingbacks

  1. Migren – Tuz İlişkisi | Yücel BİNİCİ - 26 Mart 2019

    […] https://yalansavar.org/2015/12/21/kaya-tuzunun-dayanilmaz-dogalligi/ […]

    Beğen