Büyü düşüncesi ve sahte bilimler

crossfingers

Büyüye inanır mısınız?

Bir sahne sanatı olan gözbağcılıktan, veya “büyüleyici güzellik” gibi mecazlardan bahsetmiyorum. Gerçek büyüyü soruyorum: Uğursuz mırıltılar, kazanda kaynatılan garip hayvanlar, lanetler ve kutsamalar. Titiz kurallara bağlı danslarla avın bereketini arttıran şamanlar. Renkli ipleri düğümleyerek kocaları evlerine bağlayan üfürükçüler.

Hayır, elbette inanmazsınız, hangi devirde yaşıyoruz? Belki başkaları inanabilir, ama siz eğitimli, çağdaş bir insansınız. Böyle batıl inançlarla işiniz olmaz.

Acaba?

Akşama tuttuğunuz takımın maçı var, ve her maç gününde olduğu gibi, eskilikten lime lime olmuş şanslı tişörtünüzü giydiniz içinize. Sabah evden çıkarken trafik fazla olmasın diye “totem yaptınız”. Annenizin verdiği kocaman nazar boncuğunu arabanızın aynasına astınız. Dönemin son final sınavına girerken ayıcık desenli uğurlu silginiz elbette ki yanınızda. Instagram’daki bebek resminin altına nazar değmesin diye “ayy çok çrknn :))” yazdınız. Akşam yağmur yağabileceğini söyleyen arkadaşınıza “şom ağızlı” diye kızdınız, tahtaya vurdunuz. Büyücü değilsiniz, ama “büyü düşüncesi” ile geçti gününüz. Uğurlar olsun.

Büyü düşüncesinin tam olarak tanımı zor. Bazı araştırmacılara göre, dünyayı açıklama çabasının tarihi gelişimindeki büyü-din-bilim aşamalarından birincisi. Ama modern toplumlarda bile bu üçünü bir arada görüyoruz. Başka bir bakışa göre ise büyü düşüncesi dünyayı ilkel bir şekilde anlama ve yönetme çabası, bu açıdan bilimsel düşüncenin ilk hali. Fakat bu da tam bir açıklama değil, çünkü modern bilimsel eğitim almış olanlar büyü düşüncesine saplanabiliyor. Herkesin hemfikir olduğu nokta, büyü düşüncesinin dil, din, ırk, coğrafya, yaş, zeka ayırt etmeden bütün insanlarda bulunduğu.


James George Frazer (Wikimedia Commons)

James George Frazer (Wikimedia Commons)

Modern antropolojinin kurucularından sayılan Sir James George Frazer (1854 – 1941) özellikle mitoloji ve karşılaştırmalı din çalışmalarına öncülük etmiştir. Frazer, bir klasik olan Altın Dal – Büyü ve Din Hakkında Bir Çalışma isimli kitabında “sempatik büyü” kavramını ortaya attı. Bu kavram, dünyanın pek çok farklı topluluğunda geçerli olan inanış ve uygulamaları ortak bir çerçeveye oturtma imkanı tanıdı (“sempatik” terimi gündelik kullanımdaki “sevimli” anlamında değil, “duygudaşlık” anlamında kullanılıyor).

Frazer büyü düşüncesinin iki ayrı mekanizması olduğunu gösterdi: Benzerlik büyüsü ve bulaşıcılık büyüsü. Kabaca ifade edersek benzerlik büyüsü, aralarında bir şekilde benzerlik kurulabilen nesnelerin aynı şey olduğu, veya benzer etkilerin benzer sonuçlar doğuracağı “prensibine” dayanır. Bulaşıcılık büyüsünün ana prensibi ise, bir kere birbirine temas etmiş nesnelerin ebediyen temasta kalacağı yanılgısıdır.

Benzerlik büyüsü, söz gelişi, avın bereketli olmasını isteyen Cromagnon adamının mağara duvarına sığır resimleri çizmesidir. Düşmanına zarar vermek isteyen Amerika yerlisinin, kuma onun biçimini çizip sonra o biçime bir mızrak saplamasıdır. Yeni gelin olmuş kızın kucağına erkek çocuk oturtulmasıdır. Bir eve mezardan alınmış ölü toprağını serpmektir, ölü gibi hareketsiz ve bereketsiz olsun diye.

Dünyanın pek çok yerinde kızgın protestocuların, protesto etmek istedikleri kişinin resmini çiğnediği, kuklasını astığı veya yaktığı vakidir. Normalde, nefret edilen kişinin benzeri olan (hatta hiç benzemese bile, odur diye kabul edilen) bir surete zarar vermekle o kişiye ne yapabilirsiniz ki? Mantığa sığan bir tarafı olmasa da, büyü düşüncesi çerçevesinde, surete verilen zararın asıl kişiye, benzerlik bağlantısı aracılığıyla geri gideceği vehmedilir.

İkna olmadıysanız daha basit bir durumu, mesela sevgili annenizin resminin bir hedef tahtasının üzerine asıldığını hayal edin. Ne kadar da rahatsız edici bir düşünce! Atılan oklar elbette annenizin cismine değil, sadece resmine zarar verebilir, fakat bunu bilmek sizin içinizi rahatlatmaz.

O kadar ki, tarihte birçok kez gıyaben yargılanıp idama mahkum edilmiş olanların suretlerinin idam edildiği de oldu. Bu uygulamanın özellikle Fransa’da 14.-17. yüzyıllar arasında yaygın olduğu biliniyor. Geç dönemden en iyi bilinen örneklerden biri, 1794’de Varşova Pazar Meydanı’nda kurulan darağacında Targowica Konfederasyonu’nun liderlerinin resimlerinin idam edilmesiydi.

Targowica Konfederasyonu liderlerinin resimlerinin idam edilmesi. Jan Piotr Noblin, 1794.(Wikipedia Commons)

Targowica Konfederasyonu liderlerinin resimlerinin idam edilmesi. Jan Piotr Noblin, 1794. (Wikipedia Commons)

Keza, protesto edilen şey bir kişi değil de bir ülkeyse, onun sembolü olan, dolayısıyla da soyut seviyede bir benzerlik taşıyan bayrağı yakmak, o ülke zarar vermiş gibi bir tatmin duygusu sağlayabiliyor. Ya da tersine, başka bir ülkede kendi ülkenizin bayrağının yakılması, sizi şahsen fiziksel bir saldırıya uğramış gibi sinirlendirebiliyor.

511403kirakli_kurtler_turk_bayragi_yaktilar_h1210

(Solda: Malatya’daki protestoda İsrail bayrağı yakılması, 4.8.2014. Sağda: Kuzey Irak’da Türk bayrağının yakılması haberi, 5.11.2012)

nazarlikHer evin ayrılmaz parçası, her bebeğin olmazsa olmaz takısı nazar boncuğu nasıl “çalışır”? Benzerlik büyüsüyle elbette. “Göz” değmesini engellemek için göz biçimli bir muhafızdan daha uygunu var mıdır?

8443122a-1d25-4513-a144-99b82d1d4ce2Eski başbakan Davutoğlu, yaptığı bir konuşmada gençlere ceviz yemeyi tavsiye etmişti, biçimi beyne benzediği için beyne iyi gelir diyerek. Aynı mantıkla fasulyenin böbreklere, muzun erkekliğe, havucun gözlere (kesilmiş diliminin göze benzemesi nedeniyle), kemiğe benzeyen kereviz sapının kemiklere iyi geldiği, vişne suyunun kan yaptığı, gergedan boynuzunun erkeklik gücü verdiği gibi yanılgılar da yine benzerlik büyüsünden kaynaklanıyor.

Sempatik büyünün ikinci türü olan bulaşma büyüsü, genel olarak, iki nesne bir şekilde ilişkilendiyse, bu ilişkinin ilelebet devam ettiği, ve birine yapılan bir etkinin öbürüne de yansıdığı inancıdır. Mesela, bir annenin çocuğunun acısını, veya ikiz kardeşlerin birbirinin acısını hissettiği inancı gibi. “Bir kere temas edenler hep temasta kalır” diye özetlenebilir. Bir insanın vücudundan ayrılan cansız parçaların (kıl, tırnak vs), hatta giysileri veya takılarının bile, o insanın varlığının özünü taşıdığına inanılır.

Dahası, bu bağlantıda etkiler iki yönde yolculuk eder. Birisinin taraktan toplanmış saç telleri yakılırsa, ya da giysisi sopayla dövülürse, veya topraktaki ayak izine sopa batırılırsa, bu etkilerin geriye yürüyüp o kişiye zarar vereceğine inanılması gibi.

Genellikle benzerlik ve bulaşma büyüleri iç içe geçer. Klasik bir örnek olarak, Vudu bebeklerini düşünelim. Zarar verilecek kişiye benzeyen bir bez bebeğe, kurbanın saçı veya tırnağından parçalar eklenir. Böylece kurbanın “özü” o bebeğe “bulaşmış” olur ve benzerlik tamamlanır. Bulaşmanın iki taraflılığı sebebiyle, bez bebeğe verilen zararın kurbana da aynen yansıdığı varsayılır.

Bulaşma birkaç aşamalı olabilir. Söz gelişi, eğitime önem veren ailelerde yeni doğan çocuğun göbek bağını üniversite bahçesine gömme âdeti vardır. Böylece göbek bağı ile üniversite arasında bir temas kurulmuş olur. Çocukla göbek bağı arasında zaten süregeldiği varsayılan bir bağlantı vardır; bu bağlantı ters yönde bir etki “göndererek” çocukla üniversite arasında bir ilişki yaratır, çocuğu üniversiteye “çeker”.

Göbek bağı ve plasentanın gittiği yerin bir insana hayat boyu etki edeceği inancı dünya çapında yaygındır. Batı Avustralya yerlileri, çocuğun iyi yüzücü olması için göbek kordonunu denize atarlar. Amerika’daki Çeroki kızılderilileri kızların göbek bağlarını bir öğütme taşının altına gömerler, erkeklerinkini ise bir ağaca asarlar; kızlar iyi yemek yapsın, erkekler iyi avcı olsun diye.

Göbek bağı çöpe atılsa ne olur? Mantıklı düşünürsek, hiç bir şey olmaz. Öte yandan, yeni doğmuş bebeğinizden henüz ayrılmış bir parçayı sokak kedilerinin çiğnediğini hayal edin. İçinizde bir huzursuzluk yaratır, değil mi?

kedi ve bebek

“Yaa o parçayı atmayın, bana verin! Lütfen lütfen lütfen!”

Lanetli nesneler bulaşma büyüsünün başka bir türü. Fiziksel olmayan bazı özellikler bir nesneye geçebiliyorsa, daha sonra o nesneye temas edenleri etkileyeceği düşünülebiliyor. Araştırma anketlerinde kullanılan en yaygın örneklerden biri: Meşhur bir seri katilin kullandığı bir ceketi (iyice temizlenmiş elbet) giyer misiniz? Buna neredeyse herkes olumsuz cevap veriyor. Kötü ruhlu bir insanın vücuduna temas etmiş bir nesneye dokunmak insanların kelimenin tam anlamıyla midesini kaldırıyor.

Şu anda kabul gören açıklamaya göre, bulaşma büyüsü, hastalıklardan kaçınma dürtüsünden kaynaklanıyor. İlkel insan, mikropların varlığını bilmese bile, hastalara yakın olanların hastalandığını, uzak duranların hastalanmadığını fark etmiş olsa gerek. Hastalıkların sebebini bilmeyince de delilik, sosyopatlık, gaddarlık gibi “kötü” olan her şey aynı potada eriyor, ve kötülük bulaşıcı bir şey gibi algılanabiliyor.

Fakat bulaşma sadece kötü şeylerde olmuyor. Sevilen, saygı duyulan bir kişinin “özü”nün bulaştığı nesnelerin yakınında durmak, mümkünse dokunmak, hatta içine almak arzu edilebiliyor. Eşinizin bir tutam saçını veya fotoğrafını yanınızda taşımanız, küçük bebeğinizi “yerim seni” diye sevmeniz gibi.

Daha ilginç örnekler de çokça bulunabilir elbette:

  • İstanbul Fatih’teki tarihi Vefa Bozacısı’nda, Atatürk’ün 1937’deki ziyaretinde boza içtiği bardak yükseğe yerleştirilmiş bir fanus içinde gururla sergileniyor.
    blfbbdviqae4vpo
  • Peygamberin olduğu düşünülen bir saç teli, yılın belli zamanlarında özel bir tertibata yerleştiriliyor, üzerinden su geçirilerek paketleniyor ve bu su şifa niyetine içiliyor.
  • ABD’nin Houston şehrindeki Rice Üniversitesi, 2016 yılında kampüsüne bir “Ay Ağacı” (Apollo 14 misyonuyla Ay’a gidip gelen çam tohumlarından yetiştirilen ağaçlardan birinin dallarından kesilen bir filiz) dikti.
    0215_moontree-b-2fx17q5-310x208

Bu sonuncu örnek biraz daha karmaşık da olsa altta yatan düşünce aynı. Rice Üniversitesi 1960’lardan beri uzay programıyla iç içe. Başkan Kennedy’nin Ay’a ayak basılması kararını ilan ettiği yer Rice stadyumu. Kuvvetli bir uzay araştırmaları geleneğine sahip. Mezunları arasında astronotlar var. O yüzden Ay’a gidip gelen nesneler duygusal önem taşıyor. Bu yolculuğun ağaca, biraz fazlaca radyasyon vurgunu dışında, hiç bir elle tutulur etkisi olmasa da.

Büyü düşüncesi belli bir dine, bölgeye, gruba veya sınıfa özgü değil. Farklı yerlerde farklı biçimler alsa da, bütün insanlığın ortak özelliği. Bilimsel eğitim almış olmak bile büyü düşüncesini ortadan kaldırmıyor, Ay ağacı örneğinde olduğu gibi.

Ortadan kalkması da gerekmiyor zaten. Büyü düşüncesi bir yere kadar hayatın tuzu biberi. Yaşantımıza “büyü” katıyor; başka insanlara ve uzak yerlere sıkı sıkı bağlandığımızı hissettiriyor. Bu bağ hissini tamamen ortadan kaldırmak hayatın tadını kaçırmaktan başka bir işe yaramaz.

Kaldı ki, kararında bir “büyü düşüncesi”nin ruh sağlığına faydası da var. Şanslı olduğunu düşünmek, uğurlu olduğuna inanılan bir nesne taşımak, üstün bir gücün korumasında olduğunu hissetmek, kişinin kendine güvenini artırıyor ve belirsizlik altında duyduğu kaygıyı azaltıyor.

Bununla beraber, her şeyin fazlası zarar. Büyü düşüncesi hayatın tuzu biberi olabilir, ama tuzu fazla kaçırırsak, malum, tansiyonumuz çıkar. Üfürükçülerin, şarlatanların, sahte bilimcilerin büyü düşüncesini nasıl istismar ettiklerine bakalım şimdi.


Gerek benzerlik gerek bulaşma büyüsünün işleyişi, üstü örtülü olarak kabul edilen bir “iletim ortamı”nın varlığına bağlıdır. Bu elle tutulmayan, gözle görülmeyen iletim ortamı sayesinde söz gelişi, kesilip atılan göbek bağımız bizimle temasta kalır ve bizi gömüldüğü üniversiteye bağlar; taklidimize batırılan iğne bize ağrı verir; önceki şampiyonlukta üstümüzde olan tişörtü giymek takımımıza maçı kazandıracak uğuru gönderir.

Büyü düşüncesinin merkezinde insanın elle tutulmayan, duyularla veya deneylerle tespit edilemeyen, doğaüstü, ama bir şekilde dünyayı etkileyebilen bir özü olduğu varsayımı yatar. Bu varsayıma göre bize benzeyen bir suret özümüzden bir parça taşır; böylelikle ona verilen bir zarar doğrudan bize verilmiş olur (ayna kırmak bu yüzden uğursuz sayılır). Bir katilin özünün onun ceketine de geçeceği düşünülür. Bulaşan bu öz yıkamakla, çitilemekle çıkmaz; ancak çok “temiz” bir insan o ceketi giyerse onun uhrevi özü ceketteki şerri nötralize edebilir. Elbette bunların hiç birinin deneysel kanıtı yoktur, hatta çelişkilerle de doludur (seri katilin otobüste oturduğu koltuğa oturanlar neden katil olmuyor), ama kanıt yokluğu ne zaman insanları bir şeye inanmaktan vazgeçirebilmiş ki?

New Age şarlatanlarının dilinden düşmeyen enerji, manyetizma, aura, titreşim, çekim alanı, kuantum dolaşıklığı gibi ne idüğü belirsiz terimler, büyü düşüncesindeki bu gizemli özü tarif etmek için yüzeysel popüler bilim kitaplarından apartılmış ve anlamından koparılmış kelimelerden ibaret. Eski topluluklar ruh, çi, mana, manitu derlerdi, şimdikiler “evrenin çekimi”, “kristal enerjisi”, “pozitif enerji” diyorlar. Hiç fark yok. Hepsi muğlak, belirsiz, doğaüstü bir kuruntuya işaret eden isimler sadece.

Ölmüş insanların ruhlarını çağıran medyumlar, dokundukları eşyaların geçmişini gördüklerini iddia eden telepatlar, kayıp kişileri giydikleri bir elbiseyle bulabileceklerini iddia eden şarlatanlar da büyü düşüncesinden beslenir, ve felakete uğramış insanların çaresizliğini sömürürler.

“The Secret” filmi ve kitabıyla salgın gibi yayılan çekim yasası fikri, düşüncelerimiz ve duygularımızın dış olayları etkilediğini savunur. Bu fikre göre, güzel düşünceler güzel şeyleri bize çeker. Öfkeli düşünce ve davranışlar ise, öfkemizi artıracak olaylara daha fazla maruz kalmamıza neden olur. Burada alışıldık bir neden-sonuç ilişkisinden bahsedilmediğini vurgulamak isterim. Her şeyin düzeleceğini düşünerek moralini yüksek tutmak ve yılmadan çalışmak, arzu ettiğimiz şeye ulaşmamızı kolaylaştırır elbet. Ama “çekim yasası” doğaüstü bir mekanizmaya dayanır. Çekim yasası şarlatanlarına göre zengin olacağımızı düşünmek bizi zengin eder, çünkü “benzer benzeri çeker”. Benzerlik büyüsünün mükemmel bir örneğidir.

"Gördüm gördüm, bir aslan gördüm!" (Flickr, 9uid0)

“Gördüm gördüm, gökte bir aslan gördüm!”
(Fotoğraf: 9uid0, Flickr)

Keza astrolojinin kökleri de benzerlik büyüsünde dayanır. Gökyüzünde rastgele dağılmış noktaları tanıdık şekillere benzetilmiştir (pareidolia); koç, aslan, akrep, gibi. Sonra bu şekillere burç adını verilmiş, ve bu burçlarda doğanların burçlara “benzediği” vehmedilmiştir. Aslan burcunda doğan aslan gibi cesur, akrep burcunda doğan akrep gibi korkutucu, ve saire.

Homeopati sahtekârlığı, bire bir taş devri kabilelerinin büyü inançlarından kopyalanmış gibidir. Homeopatide “benzer benzeri iyileştirir” düşüncesi hakimdir. Bu yüzden, mesela zehirli bir maddeyi aşırı derecede sulandırarak, o zehirin panzehirini yaptıklarını iddia ederler. Keza uykusuzluğu tedavi etmek için kahve, kaşıntıyı tedavi etmek için ısırgan otu kullanırlar. Hastalıkların asıl sebebini değil, sadece semptomlarını hedeflerler (hedefe attıkları mermi de kurusıkıdır zaten). Bu bakımlardan, homeopatinin birebir büyü düşüncesi olduğu çok bariz.

Dahası, maddenin moleküllerden oluştuğunun anlaşılmasının ardından, homepatik çözeltilerin içinde bir tane bile etkin madde molekülü kalmadığı gösterilince, homeopatlar ikinci tür büyü düşüncesine, bulaşma büyüsüne bel bağladılar. Etkin maddenin suyun içinden geçmiş olmasının, iyileştirici özelliğin suya geçmesi için yeterli olduğunu ileri sürdüler. Yani saf suyun içinde, fiziksel olarak ölçülemeyen büyülü bir öz vehmettiler. Böylece homeopati, hiç bir ölçülebilir niteliği kalmayan bir sahte bilim sınıfına inmiş oldu.

Bazı katı veganlar ve GDO karşıtları da sık sık büyü düşüncesine dayalı akıl dışı argümanlar kullanıyor, en çok da “ne yersen osun” diye özetlenebilecek bir safsatayı. Bu safsatanın bir örneğini yukarıda görmüştük: Beyin için ceviz, erkeklik için muz yemek gibi. Hiç bir hayvan ürünü tüketilmemesi gerektiğini savunan veganların bazılarına göre ise, et yemek insanları daha saldırgan ve şiddete eğilimli, yani “yırtıcı” yapıyor; hayvani gıda tüketimi ile toplumdaki şiddetin birbiriyle ilişkili olduğunu savunuyorlar. Oysa bu iddianın deneysel bir desteği yok.

Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) teknolojisinin eleştirisinde, sık sık “akrep geni aktarılmış pamuk”, “tavuk geni taşıyan patates” gibi korkutucu ifadeler duyarız sık sık. Bu ifadelerin bilimsel temeli yok tabii, çünkü “akrep geni” gibi akrepliği tanımlayan bir tek gen yok. Bir gen, hücre içinde belli bir proteinin üretilmesini sağlar, akrebin tamamının değil.

Greenpeace akrep havuç posteri

Greenpeace’in hazırladığı GDO karşıtı bir poster.

Bazı GDO eleştirilerinde “frankeştayn gıda” terimine çok rastlanır. Bu terimle karikatürize edilen şey transgenik uygulamalar, yani bir tür canlıdan alınan bir genin başka bir tür canlıya aktarılması. Amaç, o genin ürettiği belli bir proteinin aktarılan canlıda da üretilmesini sağlamak. Bir gen, kendi başına bir canlı türünü belirlemediği için mesela “akrep geni”nden bahsedilemez.

“Frankeştayn gıda”nın korku yaratmasının sebebi, bir tür canlının her parçasının, o canlının bütün özelliklerini aynen taşıdığı ve aktardığı yanılgısı. Yukarıda anlattığım “bulaşma büyüsü” düşüncesi sonucunda “akrepten alınan gen akreplik özelliği taşır, pamuğa aktarırsak pamuk bizi sokar öldürür” gibi bir korkuya kapılıyoruz. (Bu arada, akrep genli pamuk diye bir şey olmadığını da ekleyelim.)

Doğallık safsatası da kısmen aynı yanılgıdan kaynaklanıyor. Ham kaya tuzunun rafine edilmiş tuzdan daha yararlı olduğu, portakal yiyerek alınan C vitamininin hapla alınandan farklı olduğu gibi iddialar, doğadan toplanan yiyeceklerde metafizik bir “öz”olduğunu ve kimyasal işlemlerle bu özün kaybedildiği vehmine dayanıyor. Maddesel olmayan bir özün maddi işlemlerle nasıl kaybedilebildiği sorusunun ise cevabı yok.


Özetle büyü düşüncesi, iki varlık arasında uzayın, zamanın, ve nedenselliğin bildiğimiz prensiplerini çiğneyen bir ilişki hayal eder. Bu ilişki gerçek bir etkileşime dayanmaz, ölçülebilir tarafı yoktur, bilimsel gerçeklere aykırıdır, hatta azıcık kurcalayınca kendisiyle çelişir. Pek çok sahte bilim ve metafizik şarlatanlık, büyü düşüncesinin uyduruk bir elbiseyle modernize edilmiş halidir aslında. Diğer örnekleri başka yazılara bırakıyoruz.

About Kaan Öztürk

Fizikçi, veri bilimci, eski akademisyen.

7 Yanıt to “Büyü düşüncesi ve sahte bilimler”

  1. mehmettahta 06 Şubat 2017 19:24

    Bu güzel yazı için teşekkürler. Sitede yazıları paylaşabileceğim herhangi bir bölüm göremedim. Sosyal medya ikonlarını rahat paylaşabilmemiz için eklerseniz iyi olur.

    Saygılar,
    Mehmet

    Beğen

    • isil_arican 18 Mart 2017 09:05

      Merhabalar,
      Sosyal Medya ikonları her yazının en altında mevcut. Buradaki ikonlara tıklayarak makaleleri paylaşabilirsiniz.
      Ayrıca sitenin en üstündeki banner kısmında da genel sosyal medya ikonlarından bize ait hesaplara ulaşıp takip edebilirsiniz.

      Beğen

  2. Kusursuz bir akıl yürütme. Tebrikler.
    Çarşamba günleri erken saatlerde okunan yazıların ufuk açıcılığını test etmiş biriyim, gene öyle oldu.

    Beğen

  3. Bir ülkenin bayrağı çeşitli sebeplerle geniş halk kitleleri ve yönetimler tarafından bağımsızlığın sembolü olarak görülür ve kutsal addedilir. İnsandan farklı olarak tek bir bayrak yoktur, bayrağın belirli bir formu, şekli, rengi vardır. Bu nedenle yakılan her bayrak gerçekten de o ülkenin bayrağıdır. Kutsal kabul edilen bir şeyi yakmak da haliyle kabul eden tarafta hakarete uğramışlık duygusu uyandırır. Ama zaten hakaret etmektir yani, ülkeye zarar vermek değil. Ama neden yakılıyor derseniz onu hiç düşünmedim. Belki o noktada sizin savınıza örnek oluşturuyor olabilir.

    Beğen

  4. Bazı örnekler haric diğerlerine katılmamak mümkün değil…

    “Ülke bayrakları” ve “Ok atılan Annenin fotoğrafı”nın büyü düşüncesiyle alakası yoktur.Bu tamamen saygısızlık ve değer meselesiyle ilgili.Annene böyle saygısızlık yapılmasını istemezsin çünki değer verirsin.Bunun ve bayrak örneğinin “Benzerlik Büyüsüyle” bağlantısını yazar mısınız ?

    Apollo örneği,Atatürk bardağı tamamen “Müze kültürü” ile alakalı bir şey.Tabii “Müzelerin de hamuru büyü ile yoğrulmuş” diyorsanız katılmamamakla birlikte kafama sıkar giderim :))

    Beğen

  5. Merhaba hocam,

    Bir müslüman olarak büyüye inanırım, ancak gerçekten büyü yapabilen/bozabilen çok az insan olduğunu düşünüyorum. Bozduğunu iddia edenlerin çoğu şarlatan, yapıldığını iddia edenlerin çoğu da sorumluluk almaktan kaçan kimseler.

    Bu arada James George Frazer hakkındaki bilgilendirmeleriniz için de teşekkürler. Hayli ilginç.

    Beğen

  6. ayhan gümüş 08 Mart 2017 13:48

    A philosopher is a blind man in a dark room looking for a black cat which isn’t there. a believer is the one who finds it.

    Beğen