Bu sitenin ‘yazar’ kadrosuna sonradan katılmış bir kişi olarak ilk ‘informal’ blog yazımı yazıyorum…
‘Informal’ blog yazısından ne kastediyorum? Yeni formatımıza kadar olan yazıları incelerseniz bir farklılık göreceksiniz. Daha önce biraz daha ‘wiki’ formatında makaleler yazılıyordu bu sitede. Tabi bu içerik amatör bir çalışmayla yürütülecek gibi değil. Duyduğumuz her yalanı en ince ayrıntısına kadar incelemek, bu sitede içerik üretimini oldukça yavaşlatıyor. Arada benzer yazılar yazacağız. Özellikle “İlt:”, “Fw:” ve “bir arkadaş söyledi” mesajlarınızı bekleriz, keyifle inceler yalanlarız…
Geçtiğimiz haftalarda bir “skeptics in the pub” toplantısı düzenledik. Çok keyifli zaman geçirdik. Burada Yalansavar hakkında da konuşmuş olduk ve daha serbest yazabiliriz diye düşündük. Bu konuda önerilere, eleştirilere ve konuk yazarlara kapımız ardına kadar açık.
Bu arada o gün konuştuğumuz ünlü kuşkucu yazar Michael Shermer’in “İnanan Beyin” kitabı Türkçe’ye çevrilmiş… İkinci çocuğun doğumuyla birlikte boş zaman kavramının bana son derece uzaklaşmış olması bir yana, bu kitap okunması gereken kitapların başında. Şu aralar Shermer’ın “Evrim ve Yaratılışçılık” kitabını okuyorum ve anlatım çok akıcı (çeviri de önemli tabi), içerik zengin…
Beynin inanmakla ilgili süreçleri gerçekten ilgi çekici. Basit bir test yapalım;
Aşağıdakilerden hangisinin gerçek, hangisinin külliyen yalan olduğunu söyleyebilir misiniz?
- Beş yaşında hamile kalan bir kız çocuğu çok sağlıklı bir erkek çocuğu doğurdu.
- Bir yaşının altında bebekler bal yememelidir.
- Hamile atların idrarı, düşük önleyici ilaç yapımında kullanılır.
- Bir kadın aynı anda iki erkek tarafından hamile bırakılabilir.
Bunlar benim kişisel geçmişimden ‘bilgi kırıntıları’… Ortak yanları, ilk duyduğumda külliyen yalan olduklarını düşünmem. Oysa hiçbiri de yalan değil.
3 yaşında adet görmeye başlayan ve 5 yaşında hamile kalan bir kızın dramı gerçek. Balda bulunma olasılığı yüksek olan bir bakteri 1 yaşının altında botulizm yapabiliyor. Premarin adlı ilaç hamile atların idrarından yapılıyor (gerçi Humulin adlı sentetik versiyonu da var). “Heteropaternal superfecundation” diye nadir görünen bir durum, birden fazla yumurtanın birbirine yakın zamanda gerçekleşen cinsel birleşmelerle döllenmesi olarak tanımlanıyor.

"Complete Idiot's Guide" sözü uygun olmuş...
Skeptik yaklaşım sergileyenlere karşı genelde önyargı ile yaklaşılır. Bizler şüphe ettiğimiz için eleştirilir, sürekli anti-tez üretmekle ‘itham’ ediliriz (sanki kötü birşeymiş gibi). Oysa buna benzer birçok hikayeye doğrudan inanmaktansa birazcık çaba gösterip doğru/yanlış/şüpheli gibi yargılara ulaşmayı tercih ederim. Az sayıda olayda külliyen yalan dediğim şeylerin doğru çıkması aslında epey keyiflidir.
Önyargılar hiç yok dersek de yalan olur. Belirli bir süre sonra, kuşku duymak belli örgüler (pattern) oluşturuyor. Örneğin 125 sayfa boyunca adaçayının faydalarını sıralayan büyüklerimiz, bu bitkide bulunan bazı maddelerin hamilelerde düşük riskini arttırdığını bilmezler. Aynı teyzeler amcalar yeşil çaya, bargamot çayına veya ıhlamura sararlar ama ‘aslında mucize ilaç köşedeki markette‘ yaklaşımına alerjim var.

Ada çayı (Salvia officinalis)
Bu minvalde en karşı olduğum olay; “doğadan gelen herşeye yeşil ışık yakalım” kitlesi. Bu insanlara naturalistler, doğalcılar falan da diyebiliriz (bunların bir alt sınıfı çamaşır suyunun bile organiğini tercih eden organikçiler çetesi)…
Saçma sapan çaylar, garip tatlandırıcılar, kremler vs. Doğadan geliyorsa kanser yapmaz, zararlı olamaz değil mi? Zaten ilaçların hepsi de doğadan gelmiyor mu? İlaç şirketleri parayı ilaca verelim diye bunları kötülüyor habire değil mi?
Babam (kendisi doktordur) şu hikayeyi hep anlatır. Adamın birisi, sedef hastasıymış. Günün birinde ona ‘doğal’ bir ilaç önermişler. Güzelavrat otunun tohumlarını alıp kaynatmış ve yuvarlamış. Kıpkırmızı bir vücut, şiddetli ateş ve yüksek nabızla kendinden geçmiş bir halde acile gelir. Ne yaptığını bilmedikleri için babam semptomlara göre şanslı bir tahmin yürütmüş ve tedavi edebilmişler. Zavallı adamcağızın bilmediği, o doğal ilacın yüksek bir miktarda ‘doğal’ atropin içerdiğiymiş.
Güzelavratotu meyvesi (Atropa belladonna)
Zehirlerin büyük bir kısmı organik temellidir. Birçok kişinin inorganik sandığı siyanür aslında organik bir maddedir ve başta badem olmak üzere kirazdan brokoliye kadar birçok bitkide üretilir. Paraselsus, “Tüm maddeler zehirdir, ilacı zehirden ayıran dozudur” der (*). Asıl anahtar nokta burada.
Atropin bu anlamda bir zehir sayılabilir. Ama uygun dozlarda, örneğin ritm bozukluklarını düzeltmekte kullanılır. O uygun dozlara yıllarca süren klinik çalışmalar sonucunda ulaşılmıştır. Aktarınızı en son hangi ‘doğal’ maddeyle deney yaptığını gördünüz? Örneğin hint yağının (ki onun da tohumları son derece zehirlidir) ülserli hale getirilmiş farelerdeki etkilerini gözlemleyen bir ‘şifalı bitki’ uzmanı var mıdır? Peki herhangi bir tarım bakanlığı yetkilisinin böyle bir klinik çalışma sorguladığını gördünüz mü? Herhangi bir bitkisel kökenli şifa kaynağının şifa dağıttığını söylerken sakız, şeker ve salçalarla aynı kurumdan onay almasını yadırgayan yok mu?
Benzer şekilde, ‘enerji’ kelimesi geçer geçmez sırtımdaki tüyler diken diken olur ve hemen pozisyon alırım. Hayatında fizik kitabı görmemiş, elektromanyetik ışıma ile iyonize edici radyasyonu birbirinden ayıramayan starbucks insanının floresan ışıkta bile evrensel bir enerji bulma çabasının hikayesidir bu. Suyun, koltuğun, laminat parkenin ve hatta zakkum çiçeğinin bile olayları değiştiren bir enerjisi vardır.
Alerjik olduğum örgüler böyle uzayıp gider. Temelde şüpheci yaklaşım; merak etmek, öğrenmek, mantık yürütmek, araştırmak gibi araçları refleks olarak kullanmak olarak özetlenebilir. Ne yazık ki; gittikçe azalan, internet’in yaygınlaşması ile bilgiye ulaşma refleksinin tembelleşmesiyle tehlikeli bir seviyeye inen bir refleksimiz. Şüpheci yaklaşımın önündeki temel engellerden birisiyse eğitim sistemimizin giderek daha da kötüye gidiyor olması ve toplumsal algımızın bilmek ve okumaktan, duymak ve seyretmeye yönelmesi. Çevremdeki insanların giderek daha çok konu hakkında yanlış bilgilere sahip olduğunu ve bu durumu düzeltmek için hiçbir girişimde bulunmadıklarını görüyorum.
Bunu test etmek için ciddi bir haber sitesinde bilim haberlerine ait yorumları izlemek yeterli. 2011 yılı biterken halen ‘teori’nin bilim adamlarının masasında doğrulanmayı bekleyen A4 kağıtlardan oluştuğunu iddia eden insanlar var. Geçen hafta ‘Sıçanların bencil olmadıkları bulundu’ haberini bencil gen teorisinin yıkan bulgu olarak algılayan insanlar gördüm (bir paragraf okumadıkları çok belli oluyor; çünkü bu bulgular Dawkins’in anlattıklarını destekliyor). Bilimsel metodolojiden uzak durmak bir marifet değil. Aynı zamanda araştırmak, okuduğunu mantık süzgecinden geçirmek ve soru sormak sizi eksik insan yapmaz.
Özetle, herkesin olduğu gibi skeptiklerin, bilim insanlarının ve bilim yayıncılarının da önyargıları olabilir. Nasıl bilim kendi içerisinde kurduğu karmaşık mekanizmalarla hatayı eleme yeteneğine sahipse; bizler de günlük yaşantımıza eklediğimiz basit reflekslerle doğru bilgiye erişebiliriz. Yukarıda verdiğim örneklerde doğru bilgiye ulaşmam (kaynak ve referans kontrolünü de eklersek) birkaç dakikamı aldı.
Yalansavar ekibine katılma sebeplerimden birisi buydu. Yanlış bilmekten çok korkan birisiyim ve bundan korkmayanlara karşı üç beş satırlık bir mücadele alanı açabiliyorsam tatmin olabilirim…
Meraklısına notlar:
- Dünyanın en genç annesi ile ilgili analiz (Snopes.com’dan).
- Botulizm konusunda Türkçe ve İngilizce bilgiler (Wikipedia).
- Premarin, PREgnant MARe urINe kısaltmasından (Hamile kısrak idrarı) gelir (Daha fazlası: Wikipedia)
- Farklı babalardan olma ikizlerle ilgili ilginç haber (Discover Magazine)
- Doğal ve bitkisel tedavi (!) yöntemlerinin doğal olmayan yanetkileriyle ilgili şu makaleyi inceleyebilirsiniz…
içinde alıntı yapılabilecek çok güzel laflar barındıran bilgilendirici bir yazı olmuş, tebrikler.
BeğenBeğen
Günlük hayatta vebalı muamelesi görmek benim de çok yaşadığım bir durum, sizi çok iyi anlıyorum. Bir iddia karşısında, nereden duydun, kaynağı ne, tam tersi şekilde olmasın gibi şeyler söylemek içime işlemiş olduğundan her konuşmada mutlaka bir, bu da herşeye muhalefet, bir şeye de inansa pabucumu kıracağım gibi diyologlara maruz kalıyorum. Eminim bu tarz bloglar ve sizin, benim, bizim gibi insanların çabaları ile gelecek nesillerimiz daha kuşkucu, mantıklı ve hurafelere yer vermeyen insanlar olacaklar.
BeğenBeğen