Lozan Antlaşması’nın 100. Yılında Komplo Teorileri ve Gizli Maddelerin İzinde

Bu yazı, yazarımız Serdar Başeğmez’in 29 Mart 2023 tarihinde The Skeptic Magazine’de yayınlanan “In Turkey, conspiracy theories about the Peace Treaty of Lausanne run riot” başlıklı yazısından çeşitli değişikliklerle çevrilmiştir.


2023 yılının ilk günlerinde Ankara’da toprak altından çıkarılan jelibon rezervleri, Gaziantep’te bulunan ham petrol nehirleri gibi bir dizi sosyal medya şakasına rastladık. Bu espriler, modern Türkiye’nin kuruluş belgesi olarak kabul edilen Lozan Antlaşması çevresinde oluşan bir dizi komplo teorisine gönderme yapıyordu. Antlaşmanın imzalanmasının yüzüncü yılını kutlarken Lozan etrafında dönen komplocu anlatıyı ele alan bir Yalansavar analizi yapmak yerinde olur diye düşündük. Keyifli okumalar…

Lozan Antlaşması üzerine dolaşan birkaç farklı komplo teorisi dikkat çekiyor. Komplonun yaygın bir versiyonunda Lozan delegelerinin Lozan Palace Oteli’nin bodrum katında gizlice buluşmaları ve 21 maddelik bir gizli antlaşmaya imza atmalarından bahsediliyor. Bu gizli maddelerin içeriği konusunda da farklı iddialar var. Artık kültürel bir mem haline gelen iddialardan birisi ülkemizdeki bor madenlerini işletmemizin engellenmesi. Ayrıca petrol rezervlerinden faydalanmamızın yasaklanması ve boğaz geçişlerinden vergi almamızın engellenmesi gibi efsaneler de gizli maddeler iddiasıyla birlikte dolaşıyor. Komplo teorisinin devamında antlaşmanın 100. Yıldönümünde bu ek maddelerin, antlaşmanın kendisiyle birlikte otomatikman sona ereceği, böylece Türkiye’nin ekonomik prangalarından kurtularak bir dünya devi olacağı müjdeleniyor.

Kötümser bir senaryo da antlaşmanın sona ermesi üzerine kurulu. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sonrasında elde ettiği kazanımları kaybedeceğinden bahseden komplo anlatısı, Fener Patrikhanesinin ekümenik olmasından Sevr Antlaşması’nın işgal maddelerinin devreye girmesine kadar bir dizi korkulu senaryoyla servis ediliyor. Komplo anlatısının farklı varyasyonları adaların Lozan Antlaşması’yla verildiği, Yunanistan’ın borçlarının silindiği gibi pek çok alt yanlış bilgiyle dolaşıma sokuluyor.

Bu iddiaların doğru olmadığını biliyoruz. Açık kaynaklardan faydalanarak bu iddiaların tamamını kolayca çürütmek mümkün. Nitekim bu komplo teorileri defalarca tekrarlanınca doğrulama kuruluşları Teyit, Malumatfuruş ve Doğruluk Payı ayrıntılı incelemeler yayınlamışlardı. Ne de olsa bu iddiaların doğru olabileceğine inananların sayısının bir hayli fazla olduğu, Konda tarafından 2018 yılında yapılan “Popülist Tutum, Negatif Kimliklenme ve Komploculuk” konulu araştırmada ortaya çıkmıştı. Çıktığı dönemde sosyal medyada yoğun gündem yaratan bu ankette, katılanların %48’i “Lozan Antlaşması 2023’te sona erecek” ifadesine katıldığını söylemişti.

Elbette örneklemin temsiliyeti ya da seçim yanlılığı gibi sorunlar, bu ve buna benzer anketlerde abartılı sonuçlara neden olabilir. Öte yandan olumlu cevap veren katılımcıların politik tercihleri ve eğitim durumlarındaki dağılım, Lozan’ın modern Türkiye tarihinde simgesel bir önemi olmasıyla açıklanabilir mi? Bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde incelemeden önce, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı dönemi hatırlatmakta fayda var.

Mağlubiyetten Zafere: Sevr ve Lozan

Lise tarih derslerinden hatırladığımız gibi, Birinci Dünya Savaşı’nın bitişinden iki yıl sonra, Müttefik Devletler ve Osmanlı İmparatorluğu arasında bir barış antlaşması imzalanmıştı. 1920’de imzalanan 433 maddelik Sevr Antlaşması, galip devletlerin daha önce çeşitli gizli anlaşmalarla kararlaştırdıkları şekilde, savaşta yenilmiş olan Osmanlı Devletinin askeri, politik ve ekonomik olarak cezalandırılmasını amaçlıyordu. Osmanlı İmparatorluğunun hemen hemen aynı aylarda tarihe karışıp yerini Ankara’daki hükümete bırakması yüzünden antlaşma hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanamamış olsa da tarihimizde bir travma anını temsil eden bir dönüm noktası olarak kayda geçmişti. Osmanlı toprakları üzerindeki ekonomik imtiyaz bölgelerini gören fakat sıklıkla toprak paylaşımı olarak lanse edilen “Sevr haritası” eşliğinde Sevr, hepimizin hafızamıza kazınmış, dönemin şiirlerine ve marşlarına konu olmuştu (Tziarras, 2022). Bazı tarihçiler, Sevr’e gönderme yaparak birçok komplo teorisine temel olan ‘üzerimizde oyunlar oynayan yabancı güçler ve onların işbirlikçileri’ odaklı kaygıları “Sevr Sendromu” olarak isimlendirir.

Sevr Antlaşması’nın imzalandığı zamanlarda Osmanlı Türkçesinde hazırlanmış bir haritanın 1927’de restore edilmiş hali. Kaynak: Vikipedi

Sevr Antlaşması’nın görüşmeleri sürerken İstanbul dışında bir direniş hareketi oluşuyordu. Liderliği daha sonra Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından üstlenilecek Türk Ulusal Hareketi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrı bir yol çizerek Ankara’da yeni bir devletin temellerini atıyordu. Direniş hareketi, Sevr Antlaşması’nı çok şiddetli bir şekilde reddederken son Osmanlı meclisi tarafından kararlaştırılan Misak-ı Milli’yi bir siyasal manifesto olarak belirlemişti. Ardından gelen Kurtuluş Savaşı’nın 1922 sonbaharında zaferle sonuçlanması, Türkiye’nin elini yeni bir barış antlaşması için güçlendirmişti. Böylece, ertesi sene, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla yeni Türkiye’nin egemenliği resmi olarak tanınmış, ülke sınırları belirlenmiş ve Osmanlı borçlarından ülke içindeki azınlıkların haklarına kadar birçok konu karara bağlanmıştı.

2018’de Fransa’da sergilenen orijinal antlaşma. Kaynak: Zeynep Gürcanlı*

Lozan müzakereleri her iki taraf için de çok zor geçti. Türkiye 13 yıl neredeyse aralıksız süren savaşların ardından ekonomik olarak tamamen yıkılmış, nüfusunun önemli bir bölümünü kaybetmişti. Karşı taraftaki muzaffer devletler ise hala askeri ve ekonomik olarak çok güçlü olsalar da, demokrasi ile yönetilen bu ülkelerdeki insanlar 4 yıllık büyük savaşın getirdiği yıkımlardan yılmış haldeydiler. Dolayısıyla müzakere süreci, her iki tarafın da çeşitli tavizler vermesini gerektiriyordu. Öyle ki, Lozan’daki görüşmeler başlangıçtan kısa bir süre sonra tıkanmış ve taraflar görüşmelere bir süre ara vermişlerdi.

Türk Delegasyonu’nun başına atanan İsmet (İnönü) Paşa‘nın önündeki problemlerden belki de en önemlisi Misak-ı Milli ile belirlenen sınırlar içinde görülen Musul vilayeti ile ilgiliydi. Türk heyetinin bu yönde ikna etmesi gereken isim, Sevr Antlaşması’nın da mimarlarından biri olan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon idi. Kapitülasyonları ve savaş tazminatlarını kaldırtmayı başaran Türkiye, Musul’la birlikte boğazlar üzerinde tam kontrol elde edemedi ve Hatay başta olmak üzere başka tavizler de vermek zorunda kaldı.

Bu sorunlardan bazıları 1930’larda çözüme ulaşsa da, o günler için bazı tavizler başarısızlık olarak görülüyordu. O dönem, Mustafa Kemal’in politik muhaliflerinin oluşturduğu İkinci Grup, konferans delegasyonuna çok sert eleştiriler yöneltiyordu. Meclisteki tartışmalar o kadar yoğunlaştı ki, hükümet önce Lozan Antlaşması’yla ilgili yetkileri tamamen üzerine almayı denedi. Fakat Musul’un kaybedileceği de belli olunca gelen yeni muhalefet dalgası İkinci Grup üyelerinin önemli bir kısmının tasfiye edileceği erken seçim sürecini başlattı.

Lozan’daki Türk delegasyonuna ait karikatür, Alois Derso ve Emery Kelèn, The Lausanne Project kapsamında CC BY-NC-ND lisansıyla paylaştı.

Lozan’ın Yanındakiler ve Lozan’ın Karşısındakiler

Modern Türkiye tarihinin en önemli sembollerinden birisi olan Lozan Antlaşması, iki yüzyıllık bir gerilemenin ardından bir zafer anını ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en karanlık zamanlarından sonra ortaya çıkan yeni bir başlangıç fırsatını temsil etmekteydi. İmparatorluk, kaynaklarını ve bağımsızlığını düşmanlarına teslim etmişti, ancak Türkiye, I. Dünya Savaşı’nı kaybetmiş ülkeler arasında, Müttefikler’in ağır tazminatlarını reddebilen tek ülke olmuştu. Antlaşma, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir geleceğe doğru bir dönüm noktasını işaret eden zafer anlatısının en kilit parçasıydı. Dolayısıyla, yeni rejimin ve kurucu kadroların karşısında yer alan politik çevreler için de bu anlatının hedef alınması beklenebilecek bir şeydi, beklendiği gibi de oldu.

Lozan Konferansı’ndaki Türk delegasyonunun bir üyesi Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul hahambaşısı Haim Nahum Efendi idi. Nahum, İngilizlerle ve Fransızlarla kurduğu yakın ilişkisiyle biliniyordu. Ankara hükümeti, onun geniş bağlantılarından yararlanmak istemiş, bir yandan da yeni Türkiye’nin gayrimüslim vatandaşlarıyla kapsayıcı ilişkiler kurabileceğini göstermek için onu delegasyona dahil etmişti. Ancak, bu pragmatik karar, sonradan komplo teorilerine antisemitik bir malzeme eklemiş oldu. Örneğin, delegasyonun bir diğer üyesi Rıza Nur, anılarında Haim Nahum Efendi’nin delegasyonu etkilemeye çalıştığını ima ederken “tipik Yahudi ısrarcılığı” ile İsmet Paşa’ya yaklaştığını ve kendisinin İsmet Paşa’yı hahamın etkisinden kurtardığını öne sürmüştü (Gürpınar, 2020).

Antlaşmanın daha geniş anlamda bir Yahudi tertibi olduğu yönündeki komplo teorileri ise, 1949-50’de “Detective X One” takma adını kullanan bir yazarın aşırı sağcı Büyük Doğu dergisinde yayınlanan “İfşa” ve “İsmet Paşa ve Lozan’ın iç yüzü” isimlerini taşıyan bir dizi makale sonrasında bağlam kazandı. Baştan aşağı antisemitik ifadeler ve figürler içeren yazının arkasındaki “Detective X One”, o dönemde politik ‘zulüm’den korunmak için takma ad kullanan meşhur bir İslamcı ideolog olan Necip Fazıl Kısakürek’ten başkası değildi.

Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu’da 1949’da yayınlanan ilk makalesi, antisemitik ifadelerle dikkat çekiyor.

İsrail devletinin 1948’deki kuruluşunun İslam dünyasında yarattığı infial ortamının etkisindeki Kısakürek, zaten antisemitik komplo teorilerine oldukça mesai harcamış bir yazardı. Daha önce ünlü antisemitik metin “Siyon Protokolleri“ni (The Protocols of the Elders of Zion) Türkçe’ye çevirmişti. Ayrıca, seküler milliyetçi cumhuriyetin yerine İslamcı bir cumhuriyet getirilmesinin önemli bir destekçisiydi. Dolayısıyla, Nahum ve onun hakkında yazılanları kendi ideolojisi çerçevesinde kafasında tekrar şekillendirdi. Ona göre, Nahum, Lord Curzon’u Türk delegasyonunun taleplerini kabul etmesi konusunda ikna etmişti. Karşılığında, Türkiye Cumhuriyeti hilafeti kaldıracak ve İslam’dan uzaklaşacaktı.

Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu’da 1950’de yayınlanan ikinci makale serisi, komplonun en kapsamlı tasviridir. Kaynak: Yıldıray Oğur, Karar

Komplo teorisinin antisemitik boyutu yalnızca Nahum’la kısıtlı kalmamıştı. Bir başka şüpheli, 31 Mart sonrası dönemin Maliye Nazırı Cavid Bey (1875-1926) idi (Gürpınar, 2020). Lozan görüşmeleri sırasında maliye konularında danışmanlık vermek üzere delegasyona alınan Cavid Bey ittihatçı kökenliydi. Hakkında Sabetaycı ve İngiliz sempatizanı olduğu söylentileri vardı ve üstelik Atatürk’e suikast davasında yargılanıp idam edilmişti. Bu yüzden pek çok komplo teorisinin merkezinde yer almaktaydı.

Gazeteci Yıldıray Oğur, komplo teorilerinin bir diğer kaynağının da İbrahim Arvas olabileceğini öne sürmektedir. Arvas; Necip Fazıl’ın Nakşibendi tarikatındaki mürşidi ve şeyhi olan Abdülhakim Arvasi’nin damadıydı ve Lozan görüşmeleri sırasında milletvekiliydi. Çok sayıda tartışmalı iddiaya yer verdiği anılarında, aynı zamanda Lozan’da alınan “gizli” kararları da anlatmıştı. İddiasına göre Lozan’da İslam’ın kaldırılması ve Türkiye’de Hristiyanlığın ilan edilmesi yönünde tavizler verilmişti. Necip Fazıl, Arvas’ı çok yakından tanıyordu, ancak Arvas’ın anıları Necip Fazıl’ın makalelerinden sonra yazıldı. Dolayısıyla, kimin kimden etkilendiği konusunda çok kesin bilgi sahibi değiliz. Fakat antisemitik düşüncelerini açık açık söyleyen, CHP’den dışlandıktan sonra İnönü’ye karşı duyduğu nefreti de gizlemeyen eski bir politikacı olarak Arvas’ın, anılarında Lozan karşıtı anlatılara bolca yer vermesi şaşırtıcı değil.

Aslında Arvas’ın bu yaklaşımı genel bir pratiğin yansıması gibi görünmekte. Türkiye’deki Osmanlıcı/İslamcı gelenek, en baştan beri kurucu ideolojiye karşı Atatürk dönemi üzerinden muhalefet edemediği için İnönü CHP’si dönemi, bir karşı söylem için daha uygun bir zemin oluşturmaktaydı. Lozan Antlaşması da bu karşı söylem için çok uygun adaydı, ne de olsa İnönü, anlaşmaya imza atan delegasyonun başında yer almıştı.

Bu zemini kullananlardan birisi de İslamcı komplo teorisyeni ve araştırmacı yazar Kadir Mısıroğlu idi. 1960’larda yazdığı “Lozan zafer mi hezimet mi?” kitabı yeni bir Lozan karşıtı söylemin temellerini atmıştı. Mısıroğlu Lozan’ın Osmanlı’nın görkemli mirasını yok etmek için uygulanan gizli bir planın parçası olduğunu iddia etmekteydi. Bu anlatı, İkinci Grup tarafından yapılan muhalefeti tekrarlamanın yanısıra Osmanlı İmparatorluğunun çökmüş olduğu gerçeğini görmezden gelen neo-Osmanlıcı revizyonist bir tarih bakış açısı içermekteydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun eski ihtişamı ve büyüklüğüne duyulan nostalji ve özlem, saltanatın ve hilafetin kaldırılmasıyla İslami yaşam tarzına ve geleneklere karşı uygulanan katı laiklik, “Lozan Hezimettir” anlatısının taraftar bulmasına zemin hazırlamaktaydı (Tziarras, 2022).

İslamcı yazar Kadir Mısıroğlu’nun 1964’te yazdığı “Lozan Zafer mi, hezimet mi?” kitabı Lozan karşıtı anlatının önemli yapıtaşlarından birisi olmuştur.

Yakın Döneminde Lozan Komploları

Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından temsil edilen Siyasi İslamcılığın, Mısıroğlu, Kısakürek gibi ideologlardan bir hayli etkilendiklerini düşünürsek, AKP çevrelerinin, Lozan Antlaşması’na karşı bir tutum almaları sürpriz olmazdı. Bazı AKP’li politikacılar, gerçekten de Lozan karşıtı anlatıyı sık sık dillendirdiler. Yine de Lozan komploları günlük propagandanın aracı olmaktan öteye gidemedi. Hatta Nisan 2022’de Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER), kendisine doğrudan iletilen bir soruya “Lozan Barış Antlaşması’nda gizli maddeler bulunmamakta olup, maden çıkartmamıza engel teşkil eden herhangi bir madde yer almamaktadır.yanıtını vermişti.

AKP kurmayları ise antlaşmayı Türk tarihinin milliyetçi bir unsuru olarak gördüğünden antlaşmanın her yıl dönümünde tarihi başarıları ve “emperyalist batıya” karşı kazanılan zaferi alkışlarken, diğer zamanlarda politik söylemlerini desteklemek için Lozan karşıtı anlatıdan faydalanmaktan geri kalmadılar. Ayrıca, uluslararası politikada takip edilen neo-Osmanlıcı gündem sebebiyle, Erdoğan Lozan’ı değişik şekillerde gündeme getirdi.

Erdoğan ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas arasındaki toplantıda, 16 Türk devletini temsil ettiği söylenen askerler, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi protokolünün bir parçası oldu. AKP’nin dış politikada neo-Osmanlı bir yaklaşım benimsediği biliniyor. Kaynak

Çemberi AKP’nin yakın çevresine doğru genişlettiğimizde bu komplo teorilerinin ilgisiz olaylarla birlikte dile getirildiğini görebiliriz. Örneğin Lozan komplolarını sıkça tekrar eden İslamcı yazar Mehmet Şevket Eygi, 2007’deki Cumhurbaşkanı seçimi krizini Lozan Antlaşması’nın gizli protokollerine bağlamış, verdiği bir röportajda Haim Nahum’un Lozan’da verdiği teminatlardan bahsederek “Birtakım büyük makamlara Müslüman bir Türk’ün çıkması mümkün değil.” ifadesini kullanmıştı.

2011 seçimleri için ortaya koyulan “2023 Vizyonu” planı sonrası AKP seçmeninde heyecan yaratan “Yeni Türkiye” duygusu da Lozan konusunun çeşitli şekillerde kullanılmasına neden oldu. Bir üniversite rektöründen belediye başkanına ve köşe yazarlarına kadar pek çok kişi Lozan Antlaşması hakkında komplo teorileri ve yanıltıcı iddiaları yaydı. Erdoğan’ın iç ve dış politikadaki Lozan çıkışları da onu destekleyen medya organları tarafından, üzerine komplo teorileri eklenerek tekrarlandı. Örneğin, AKP hükümetinin sadık destekçilerinden Yeni Şafak, 2018’de Erdoğan’ın Lozan ve adalar üzerine yaptığı bir açıklamayı haberleştirdi. Bu habere, Erdoğan’ın bizzat Dışişleri Bakanlığı’na Lozan Antlaşması’nın gizli maddelerini yayınlaması talimatını verdiğini de ekledi.

Ulusalcı kesimden komplo teorilerine meyilli olanlar ise antlaşmanın sona ereceği iddialarına yabancı değildi. Özellikle AKP iktidarının başından beri süregelen rejim odaklı endişeler, İslamcıların Atatürk’ün mirasını değiştirme niyetini Lozan üzerinden gerçekleştireceği endişelerine neden oldu. Fakat bu endişeler Lozan’ın gizli maddeleri olduğu ve yürürlükten kalkacağından ziyade “bir takım odakların” Lozan’ı kaldırıp Sevr koşullarını geri getirmek için uğraştığı şeklinde seyretti. Yani mevcut komplo teorisinin kendisinin bir komplo olduğu inanışı vardı.

Sosyal medyanın 2000’li yıllarda ortaya çıkmasıyla birlikte komplo teorisinin orijinal formundan biraz saptığını görmekteyiz. Söylemler, “Lozan bir zafer mi yoksa yenilgi mi” anlatısına odaklanmak yerine, çeşitli şehir efsaneleriyle beslenerek yabancı güçlerin Türkiye’nin bor veya petrol rezervlerini çıkarmasını engellediği gibi iddialarla yayılmaya başladı. Bu şehir efsaneleri, başlarda kurucu liderleri suçlayan komplo teorilerini biraz seyreltmek amacını taşıyordu. Ne de olsa orijinal Lozan karşıtı anlatının içerdiği marjinal düşünceler ve ana akımda bu marjinal yaklaşımlarla barışık olmayan bir milliyetçiliğin yükselişi, Lozan komplolarının özgün şekline biraz mesafeli durulmasına neden oluyordu.

Sonuç

Komplo teorileri, ne kadar deli saçması gibi görünse de, onları anlatanlar ve tekrar edenler açısından bir fayda yaratmaktadır. İnsanlar kimi zaman güdümlü düşüncelerini desteklemek için, kimi zaman da kriz zamanı ortaya çıkan belirsizlikle mücadele etmek için komplo teorilerini araçsallaştırırlar. Bu yazıda komplo düşüncesine dayalı anlayışın sadece bir örneğine, Lozan komplolarına yer verdik.

Tarihsel olayların yorumlanmasında ideolojik yanlılıklara veya güdümlü mantık yürütmelere oldukça sık rastlanmaktadır. Lozan komplolarından örneklersek; kimileri için Lozan karşıtı anlatıyı sürdürmek, tekrarlamak ve hatta büyütmek için objektif anlatıya alternatif bir açıklama geliştirmek gerekir. Kimilerine göre ise, ideolojik pozisyonlarına ve tarihsel mağduriyetlerine uyumlu bir tarih yorumu getirmek önemlidir. Bir diğer grubun ihtiyacı da, paranoyalarının gerçekçi tehditlere dayandığını göstermek için komplocu karakterlerin kötücül planları olduğu düşüncesi olabilir. Günün sonunda, herkes kendisine uyan bir hikaye bulur, ya da yenisini uydurur. Rob Brotherton’un dediği gibi: “Komploculuk, çok daha geniş bir dünya görüşünün potansiyel bir ürünüdür” (Brotherton, 2015).

Kimi zaman komploculuk son derece mantıksız görünebilir veya çok eğlenceli gelebilir; ancak unutmamamız gereken, komplocu düşünce yapısının gerçek dünyada önemli etkileri olabileceğidir. En basitinden, bu türden anlatılar politikaları ve kamuoyunun politik tercihlerini şekillendirir. Bu komplo teorilerinin kökenlerini ve evrimini anlamak, onları popüler hale getiren sosyal, psikolojik ve politik mekanizmaları ortaya çıkarmak bize önemli ipuçları sağlar. Bu tür analizler, yanlış ve yanıltıcı bilginin yayılımını engellemek ve daha bilgili ve nüanslı bir tartışmayı teşvik etmek için içgörüler kazandırır.

Kaynaklar:

About Serdar

Yalansavar'ın İngiltere konsolosu, Boğaziçi Üniversitesi mezunu, girişimciliğin tadını almış bir daha bırakamamış, Londra gezgini, podcast tutkunu, kız babası, Greenwich Skeptics in the Pub teknikeri :)

Bir Yanıt to “Lozan Antlaşması’nın 100. Yılında Komplo Teorileri ve Gizli Maddelerin İzinde”

  1. Tebrikler yalansavar

    Beğen