Enerji İçecekleri – 1: Kahvenizin Şekeri Nasıl Olsun?

Red Bull, Burn, Monster ve diğerleri… Enerji içecekleri, bir yandan Türkiye’deki toplam pazar hacimlerini her sene %30-40 civarında artırırken, bir yandan da hararetli tartışmalara konu oluyor. (1) 2010 yılı rakamlarıyla senede yaklaşık 50 milyon kutu tükettiğimiz bu içecekler, kalp krizini tetikledikleri ya da içlerinde Viagra olduğu gibi haberlerle de gündeme geliyor. (2)(3) Yalansavar’da şimdi de ‘Enerji İçecekleri’ dosyasını açıyoruz. Bu yazı dizisinde enerji içeceklerinin ne olduğuna, nasıl enerji verdiklerine, ve hayatlarımıza nasıl girip, ne şekilde etkilediklerine bakacağız.

Bol enerji

Enerjik ol! Dans et! Atla, zıpla, kanatlan! Ya da… en azından sabah iş yerinde patronun suratına kedi gibi esneme!

Coş! Kuvvetlen! Daha hızlı! Uç, kaç, fırla! Ya da… gene sınava çalışmayı son geceye bıraktın, uyuma!

Reklamlar süper! İşe de yarıyorlar sanki, daha mı enerjik olduk ne? Eh, tadı da güzel bunların, hem içlerinde B-vitamini falan da varmış, üstünde öyle yazıyor!

Evet, enerji içecekleri sadece bakkallardan marketlerden değil, televizyonlardan, konserlerden, bilgisayar oyunlarından ve bilumum medya kanalından hayatımıza girdiler. Temel pazarlama mesajları açık: “Bu ürün size enerji verir, kendinizi daha zinde ve uyanık hissedersiniz. Bunu için, işinizde derslerinizde daha başarılı olun!”

Peki bu içecekler nasıl enerji veriyorlar? Ya da veriyorlar mı? İçlerinde ne var?

Enerji içecekleriEnerji içeceklerinin içindeki maddelere baktığımızda bir ortak nokta hemen karşımıza çıkıyor: Neredeyse tamamı kafein ve şeker içeriyorlar. Acaba enerji bunlardan mı geliyor?

Öncelikle ufak bir ayrımı vurgulayalım: Bir şey içtikten ya da yedikten sonra kendimizi daha enerjik hissediyor olmamız, o içtiğimiz ya da yediğimiz şeyin mutlaka bol enerji içeriyor olmasını gerektirmez. Bütün diğer hisler gibi, enerjik ya da uyanık olma hali de vücudumuzdaki sinir sisteminden kaynaklanan bir histir. Enerji içeceklerinin nasıl enerjiklik hissi verdiklerini anlayabilmek için önce kısaca bu sistemin nasıl işlediğine bakalım:

Hepimiz her gün yüzlerce, belki de binlerce değişik şey hissederiz. Soğuk havada dışarı çıkınca üşüdüğümüzü hissederiz. Tuttuğumuz futbol takımı gol atınca içimizde bir coşku hissederiz. Elimize bir iğne batarsa acıyı hissederiz. Bütün bunları hissetmemizi sağlayan şey vücudumuzun sinir sistemidir.

Mesela elimizi çok sıcak bir yere değdirdiğimizde, bir yanma sinyali sinir sistemimiz yoluyla elimizden beynimize gider. Beynimizde neredeyse anında değerlendirilen bu ‘sinirsel sinyalin’ hemen sonrasında da bir başka sinirsel sinyal, yine sinir sistemi yoluyla beynimizden elimizdeki kaslara giderek, elimizi sıcak nesneden geri çekmemizi sağlar.

GünaydınEnerjik olma hissi de, benzer bir şekilde, sinir sistemimiz sayesinde algıladığımız bir histir. Bazen kendimizi çok uyanık hissederiz, konulara rahatça konsantre olabiliriz. Bazen ise üzerimize bir tembellik çöker, ya da bir türlü dikkatimizi toparlayamayız. Peki aradaki bu farklar neden oluşuyor? Nasıl oluyor da bazen tembel, bazen enerjik hissediyoruz? Biraz da buna bakalım:

Okuyucularımız arasında lisede kimya ve biyoloji dersi almış olanlar belki ATP kavramını hatırlar. Adenozin trifosfat’ın kısaltması olan ATP, vücudumuzdaki hücreler tarafından enerji kaynağı olarak kullanılır. (4) ATP’yi, ara sıra şarj olup, kullanıldıkça boşalan bir pile benzetebiliriz. Hareket ederken ya da mesela midemiz bir yemeği sindirirken kaslarımızdaki hücreler ATP harcarlar. Benzer bir şekilde beynimizde bulunan yaklaşık 100 milyar hücre de bütün gün çalışırken ATP harcar.

ATP’nin yapısında bulunan Adenin* isimli nükleobaz, riboz (şeker) molekülü ile birleştiğinde Adenozin isimli bir nükleosit oluşturur. (5) Yapılan araştırmalarda bu nükleositin, uyanıklık hissini azaltıcı bir etkisi olduğu bulunmuştur. (6) Adenozin, beynimizde bulunan Adenozin reseptörlerine bağlanarak sinirsel sinyallerin hareketini yavaşlatır, bir anlamda bizi uyuşturur.

Özetle, bütün gün çalışan beynimizin ATP harcaması sonucunda biriken Adenozin miktarı arttıkça, kendimizi daha bitkin hissederiz. Dinlendiğimizde ise beynimizdeki Adenozin miktarı azalmıştır, artık kendimizi daha uyanık ve zinde hissederiz. (7)

KahveTam bu noktada artık kafeinden bahsedebiliriz: Başta kahve ve çay olmak üzere bir çok bitkide böceklere karşı bir savunma görevi gören kafein, yüzyıllardır insanlar tarafından uyanıklık hissini ve dikkati artırmak amacıyla tüketilmektedir. (8) Peki kafein nasıl oluyor da bizi daha enerjik hissettiriyor?

Kafeinin kendisi enerji vermez. (9) Kafeini özel yapan şey, az önce bahsettiğimiz Adenozin’i bloke ediyor oluşudur. Kafein molekülünün yapısı, Adenozin’in yapısında bulunan Adenin molekülüne çok benzer, dolayısıyla Adenozin’in bağlanacağı reseptörlere kafein de bağlanabilir. Bir başka ifadeyle kafein, beyinde normalde Adenozin’in bağlanması gereken alıcılara bağlanarak Adenozin’in görevini yapmasını, yani beyni sakinleştirmesini engeller. Bu durumda beynimiz bir yorgunluk (sinirsel sinyallerin iletiminde yavaşlama) belirtisi alamadığı için çalışmaya ve enerji harcamaya devam eder. Bunun sonucunda kendimizi daha uyanık, enerjik ve dikkatli hissederiz. (10)

Kahve! Ölünce uyursunuz!Elbette kendimizi yorgun hissetmemizin tek sebebi her zaman hücrelerimizde biriken Adenozin miktarı değildir. Hasta olduğumuzda, moralimiz bozulduğunda, hatta bazen kötü havalarda dahi kendimizi bitkin hissederiz. Bir başka deyişle, psikolojimizin de kendimizi nasıl hissettiğimiz üzerinde önemli bir etkisi vardır. Konuyu fazla uzatmamak için bu sinirleri daha fazla deşmeyeceğiz.

Ayrıca kafein konusu da son derece geniş bir konu ve kafeinin vücudumuza etkileri Adenozin’in bloke edilmesi ile sınırlı değil. Üstelik kafein her vücutta aynı derecede etki göstermez. Kimimiz kahve içtikten sonra saatlerce uyuyamazken, bazılarımız bundan çok fazla etkilenmezler. Ancak kafeinin, az ya da çok, bir uyarıcı etkisi olduğu da kuşku götürmez.

Kafein konusunu kapatmadan önce, kafeinin dopamin salgılanması üzerinde de etkisi olduğunu belirtelim. (11) Bu nokta da aslında oldukça önemli çünkü kafeinin bağımlılık yaratıcı etkisi de bu özelliğinden kaynaklanıyor. Enerji içeceklerinin bağımlılık yaratma riskine ileride tekrar değineceğiz. Dopamin hakkında daha fazla bilgi edinmek için son derece bilgilendirici ve bir o kadar da eğlenceli bir söyleşiyi şurda dinleyebilirsiniz.

Az önce, insanların yüzyıllardır uyanık kalmak için kahve ve çay tükettiklerinden bahsetmiştik. Çay ve kahve ile birlikte tükettiğimiz şekerin kullanımı ise daha yakın bir zamanda başlamıştır. Şimdi biraz da şekere değinelim:

ŞekerAslında şeker neredeyse iki bin senedir bilinmekte ve kullanılmaktadır. (12) Ancak son iki yüz yıla kadar bulunması zor ve pahalı olan şeker, başlangıçta gündelik hayatta yemekleri tatlandırmak amacıyla kullanılamıyordu. (Eskiden bunun için daha çok bal kullanılırmış.)  (13) Şeker tüketimi, ancak üretiminin artıp fiyatların ucuzladığı 18.yy ortalarından itibaren artmaya başlamıştır. (14)

Yediğimiz şekerin vücudumuz üzerindeki etkileri halen bilim dünyasında tartışılan bir konu. Yapılan bazı araştırmalar şekerin insanları daha hiperaktif yaptığı görüşünü desteklerken (15), diğer bazı araştırmalar bu konuda net bir sonuca ulaşamamış. (16) Ancak, kafeinin tersine, şekerin bol enerji içeren bir karbonhidrat olduğunu biliyoruz. İdeal ortamda bir glukoz (şeker) molekülünü hücrelerimizde oksijenle yaktığımızda 38 ATP enerji elde ederiz. (100% verimle çalışmayan vücudumuzda bu rakam biraz daha düşüktür.) (17) Yapılan bir çok araştırma, şeker tüketimi ile obezite (şişmanlık) arasında bir korelasyon olduğunu göstermiştir. (18)

Kısacası, kahvenin veya bir enerji içeceğinin içerisinde bulunan şeker bol bol enerji verir. Öte yandan şekerin düşünme hızımız ve kapasitemiz üzerinde bilinen olumlu bir etkisi yoktur, hatta tam tersine yavaşlatıcı bir etkisi olduğu görülmüştür. (19)

Yazımızın şu ana kadarki kısmında kafeinin bizi daha uyanık tuttuğundan ve şekerin enerji (kalori) içerdiğinden bahsettik. Günümüzde sıkça tükettiğimiz kola, gazoz gibi meşrubatlar da, sık sık içtiğimiz şekerli kahveler de bol miktarda kafein ve şeker içerirler. (Son yıllarda çıkan kafeini azaltılmış “decaf” kahveler ve şeker içermeyen meşrubatlar hariç.)

Peki ama öyleyse bu enerji içecekleri nereden çıktı? Madem koladan ya da kahveden hem enerji, hem de enerjiklik hissini alabiliyoruz, enerji içecekleri ihtiyacı nasıl doğdu? Yazı dizimizin ikinci bölümünün konusu da bu olacak.

* Adenin, aynı zamanda DNA ve RNA’nın yapısında da yer alır.

KAYNAKÇA

1 – http://www.hurriyetdailynews.com/default.aspx?pageid=438&n=energy-drinks-market-continues-to-grow-2010-02-23
2 – http://www.bik.gov.tr/enerji-icecekleri-kalp-krizini-tetikliyor-haberi-19850/
3 – http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/21979872.asp
4 – http://tr.wikipedia.org/wiki/Adenozin_trifosfat
5 – http://pubchem.ncbi.nlm.nih.gov/summary/summary.cgi?cid=60961
6 – http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/11283304
7 – http://www.science20.com/news_releases/adenosine_central_to_effectiveness_of_deep_brain_stimulation
8 – http://faculty.ksu.edu.sa/18856/Articles/Caffeine%20Psychological%20Effects%20Use%20and%20Abuse.pdf
9 – Colberg, Sheri R., “Diabetas? No Problema!”, Da Capo Press, 2009, s.84
10 – http://pharmrev.aspetjournals.org/content/51/1/83
11 – http://www.jneurosci.org/content/22/15/6321.full.pdf
12 – http://en.wikipedia.org/wiki/Sugar
13 – Mintz, Sidney W., “Sweetness and Power”, Penguin Books, s.78
14 – http://www.cambridge.org/us/books/kiple/sugar.htm
15 – http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1586153/
16 – http://jama.jamanetwork.com/article.aspx?articleid=391812
17 – http://www.saylor.org/site/wp-content/uploads/2010/11/Wiki-Cellular-respiration.pdf
18 – http://jama.jamanetwork.com/article.aspx?articleid=199296
19 – http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22819803

About tugsan

Zonguldak doğumlu. Küçük yaşta okumayı öğrendikten sonra bir daha iflah olmadı.

16 Yanıt to “Enerji İçecekleri – 1: Kahvenizin Şekeri Nasıl Olsun?”

  1. Yazı için teşekkürler, çayda şekeri bırakan biri olarak severek okudum.

    Söyleşi bağlantısı çalışmıyordu, doğrusu şu sanırım: http://bilimkazani.wordpress.com/2013/01/22/bolum-1-motivasyon/

    Beğen

  2. Zevkle okudum.. 2. Bolumu merak ediyorum..

    Beğen

  3. Merhaba,

    Bilimsel olmayacak; ama yemek yemek insanı uyuşturmakta az da olsa, “Hareket ederken ya da mesela midemiz bir yemeği sindirirken kaslarımızdaki hücreler ATP harcarlar.” denilmiş. Bu durumun aşağıdaki ifade ile çeliştiğini düşümdüm ve kafam karıştı doğrusu.
    “ATP’nin yapısında bulunan Adenin* isimli nükleobaz, riboz (şeker) molekülü ile birleştiğinde Adenozin isimli bir nükleosit oluşturur. (5) Yapılan araştırmalarda bu nükleositin, uyanıklık hissini azaltıcı bir etkisi olduğu bulunmuştur. (6) Adenozin, beynimizde bulunan Adenozin reseptörlerine bağlanarak sinirsel sinyallerin hareketini yavaşlatır, bir anlamda bizi uyuşturur.”

    Beğen

    • ATP, Adenin ve riboz (yani Adenozin) ve 3 adet fosfat bağından oluşmaktadır. Mesela midemiz çalışırken enerji olarak ATP kullanır. ATP’nin kullanımı derken, fosfat bağlarının koparılarak ortaya enerji çıkarılması işlemini kastediyoruz. Beynimizde birikerek uykumuzu getiren Adenozin bu işlem sonucunda ortaya çıkıyor. Ancak bu birikim gün içerisinde yavaş yavaş oluşuyor.

      Yemek yedikten sonra kendimizi uyuşuk hissetmemizin asıl nedenleri ise daha farklı. Sindirim işlemine yardımcı olarak beynimiz serotonin denilen bir kimyasal madde salgılar. Büyük bir kısmı bağırsaklarımıza giden serotoninin bir kısmı ise beyinde kalır. Serotonin bağırsaklarımızın işleyişini düzenler ama aynı zamanda iştah, uyku, öğrenme gibi aktivitelerle ilgili beyin hücrelerini de etkiler. Yemek yedikten sonra uykumuzun gelmesinin bir sebebi budur. Vücuttaki kanın sindirim sistemi civarında yoğunlaşması da bir diğer sebeptir. Unlu ve şekerli yiyecekler de daha fazla uykunuzu getirecektir. Eğer yemek yedikten sonra yeterince su içmemişseniz, bu bile kendinizi daha yorgun hissetmenize neden olacaktır.

      Beğen

  4. Merhaba,
    Bu siteyle, alandaki önemli bir boşluğu doldurduğunuz için teşekkür ederim.

    Yukarıdaki yazıda geçen; “…Öte yandan şekerin düşünme hızımız ve kapasitemiz üzerinde bilinen olumlu bir etkisi yoktur, hatta tam tersine yavaşlatıcı bir etkisi olduğu görülmüştür. (19)” ifadesiyle ilgili bir soru sormak isterim.

    Bahsedilen yavaşlatıcı etkinin sebebi, vücuda alınan glikozu dengelemek için tepki olarak salgılanan insülin midir?
    Bildiğimiz kadarıyla bir enerji kaynağı olarak glikoz, beyin için de enerji sağlıyor. Belki normal şartlarda değil ama açlıkta veya kan şekerinin düştüğü zamanlarda alınan glikoz, enerji eksikliği çeken, dolayısıyla tam performansla çalışamayan beyin tarafından da enerji için kullanılamaz mı? Böylece beyin (önceki durumuna göre) nispeten daha hızlı -veya an azından normal- çalışmış olmaz mı?

    Beğen

    • Vücudumuzda salgılanan insülin aynı zamanda beyinde serotonin salgılanmasını da tetikliyor ve serotoninin hafıza ve öğrenme gibi aktivitelere yönelik beyin hücrelerini etkilediği bilinmektedir. Bahsettiğiniz gibi, kan şekerinin düştüğü anlarda beynimizin performansı da düşer çünkü sinir hücrelerimiz çalışmak için kandaki glikozu kullanırlar.

      Yazıda kaynak gösterilen araştırma ise şeker tüketimi ile düşünme kapasitemiz arasındaki ilişki ile ilgilidir. Yani daha çok şeker (veya enerji içeceği) tükettiğimizde beynimizin daha iyi çalışacağına dair elimizde bir bulgu yok. Sizin verdiğiniz örneği ise bir istisna olarak kabul edebiliriz.

      Ayrıca şekerin düzenli olarak böyle saf bir şekilde alınması, kan şekerinde ani yükselişlere neden olacağı için de sağlıklı olmayacaktır.

      Şeker konusu oldukça derin bir konu. Belki bir gün sırf bu konuya değinen bir yazı da çıkartırız.

      Beğen

  5. Ceylan Arslan 23 Mart 2013 16:49

    Sayın İbrahim Akgün’ün yorumuna katılıyorum,benim de bu yorumda kafam karıştı…!

    Beğen

  6. Harika bir yazı olmuş, emeğinize sağlık!

    Beğen

  7. fakat esas etken maddenin taruin denen bir madde olduğu idda ediliyor. yoksa kafein ve şeker her gün içtiğimiz kahvede var.

    Beğen

  8. Hem üslup açısından hem de içerik anlamında çok beğendim bu araştırmayı…

    Beğen

  9. deniz eren erişen 23 Mayıs 2013 09:34

    Hemen bu konuda şeker ile ilgili bir yorum yazmak istedim. Şekerin vücutta enerjiye dönüşeceği hayali insan vücuduna bir termik santral olarak bakan bir kör zihniyetin sonucudur. Vücut kendine gereken şekeri kendisi üretir. Yediğimiz şeker ise “eğer henüz şeker hsatası olmamışsak” insülin salgısıyla beraber özellikle karaciğerimizde ve diğer yağlanma bölgelerimizde yağa dönüştürülerek depolanır. Bakınız Canan Efendigili Karatay’ın bu konuda açıklayıcı yazıları demeçleri kitapları var. Yani enerji içeciğinin içindeki şekerin enerji kaybına neden olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü glisemik indeksi yüksek olan şekerin vücutta salgılattığı insülin ile kanımızda halihazırda kullanılan şeker de yağa dönüştürülecektir bu da enerji vereceğine acıkmamıza sonuç verecektir. Yani şeker yedim oh şeker şimdi enerji olacak düşüncesi yanılsamadır.

    Beğen

  10. menderes karakaş 18 Ağustos 2015 00:09

    iyi akşamlar yazınızı çok harika buldum 😀 (okuduğum diğer yazılarınız gibi) fakat aklıma bir soru takıldı biyoloji olimpiyatlarına hazırladığım için reseptör ve atp gibi kavramlar hakkında ufak tefek bilgim var. ”Adenozin’in yapısında bulunan Adenin molekülüne çok benzer, dolayısıyla Adenozin’in bağlanacağı reseptörlere kafein de bağlanabilir.” ibaresini kullandığınızı gördüm adeninin aynı zamanda bir baz olduğunu biliyorum ve dna yapısına katıldığını da biliyorum. kafein aynı zamanda adenin bazını taklit edip timin bazıyla dna da eşleştirme gösterebilir mi ? gösterirse dna tamir enzimleri tarafından hemen kontrol altına alınabilir mi ?atp nin yapısındaki adenin bağlandığı farklı hayati reseptörlere bağlanıp zarar verebilir mi?hücrede üç fosfat iyonuna ve riboz şekerine bağlanıp atp benzeri moleküller oluşturabilir mi? eğer CAHİLCE sorular sorduysam özür dilerim ama merak işte 😀 teşekkür ederim şimdiden.

    Beğen

    • Merhaba. Yazımız hakkındaki iltifatlarınız için teşekkürler. Ayrıca sorunuzun da cahilce olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine, anladığım kadarıyla okurken düşünen ve sorgulayan bir insansınız, ki bu da çok güzel.
      Sorunuza gelince… bildiğiniz gibi DNA hücre çekirdeğinde güvenli bir şekilde saklanmıştır ve sadece belli molekül ve proteinlerin geçişine izin verilir. Dolayısıyla kafein hücre çekirdeğine girip DNA’nın yapısına sızamaz.

      Beğen

Trackbacks/Pingbacks

  1. Enerji Içecekleri – 2: Ex Oriente Vigor | Yalansavar - 02 Aralık 2013

    […] İçecekleri” yazı dizisinin birinci bölümünde, kafeinin vücudumuzu nasıl daha uyanık tuttuğunu incelemiş, ayrıca şekerin yüksek enerji […]

    Beğen